Şike Davasının Hatırlattığı Gerçekler

Türkiye; ayak oyununun ve oyuncularının baş tacı edildiği, tarihin ve coğrafyanın büyük sorumluluklar yüklediği Tanrı’nın özel mekânı.

Bağışlanan tüm doğal güzelliklerin, estetiğin, sanat, spor ve kültür’ün hödüklerce hoyratça tepelendiği, yalanların ve yılanların başlara taç olduğu; oyun içinde oyunların oynandığı, kuralların zayıflar için yazıldığı ve uygulandığı güzel vatan…

Güzelliklerini eşit ve dostça paylaşmak, doya doya yaşamak bir yana farkına varamadan heba edildiği dünyanın en özel coğrafyası…

Güzel ülkem…

İyilik, güzellik, adalet, özgürlük eşitlikten yana elimizde kalan son parçalar da mezat pazarına düştü…

Yüzünü görmekte zorlandığımız gerçekliğin, çırılçıplak haliyle arzı endam ettiği günlerdeyiz…

O kadar çok ki…

Şike gerçeği mesela…

Toplum yıllarca “şike var, ancak ispatı yok” yalanına inandırıldı. Şike de ispatı da toplumun önüne sunulduğunda, “yavuz hırsızlar” önce inkârı denedi, bu mümkün olmayınca işi “pişkinliğe” verdiler.

Dünya tarihinde bir ilk yaşandı; suç da delil de apaçık ortadayken, şikeciler bağışlanmak adına çalmadık kapı, oynamadık oyun bırakmadılar. Hukukla, kanunla, onurlarıyla oynadılar, tehditle yol bulmaya çalıştılar ve başardılar da…

Paralarının çokluğuyla övündüler övünmesine de…

Para her zaman iyi şeyler satın almıyor. Şimdi o parayla, iki para ettikleri şereflerini, ömür boyu boyunlarından çıkartamayacakları utanç madalyası ile taçlandırdılar!

Bir de derilerine silinmez bir şekilde kazınan “Şikeci Damgası”.
Şike sürecinde neler öğrendik…

Yüz kızartıcı işler yapan adamların nasıl baş tacı edildiğini…

Hesap sorması gerekenlerden hesap sorulduğunu, hesabı ödemesi gerekenlerin herkese borç yazmalarını…

Avrupa’nın en büyük beş-altı futbol endüstrisinden biri olmasına karşın ülke futbolunun otuz ile kırkıncı sırada yer almasının, ilk yüz takım arasına sadece bir takım sokabilmemizin sebeplerini öğrendik.

“Futbolu sahada oynanan bir oyun zannediyorsanız yanılıyorsunuz” diyen başkanın icraatları ile, bu sözünün ne kadar uyumlu olduğunu, futbolun son on yılında ahlaksızlığın ne denli yükselen bir değer olduğunu gördük.

Sezonun bitmesine yaklaşık bir ay kala, Ali Koç’un “Bu sene tesadüflere de yer bırakmayacağız, kesin şampiyonuz” sözünün anlamını…

Tesadüfü devre dışı bırakmak için nasıl bir seferberlik ilan edildiğini…

Türk futbolunu yönetmek için; bilgi, birikim ahlak, akıl, fikir ve deneyim yerine; siyasetçilerin yakını ve Fenerbahçe’nin adamı olmanın geçer ve yeter bir kriter olduğunu…

Etrafında pervane olduğu anası babası yaşındaki kişilere galiz küfürler eden ahlaksızların, çıkıp özür dileme gereksinimi bile duymadan, hâlâ koltukta oturabilecek kadar şahsiyet yoksunu olduklarını…

Medyadaki ensest ilişkiler ağının ne denli karmaşık bir yapı olduğunu…

Sıradan bir muhabirken, Allah’ın “yürü ya kulum” dediğinde koşar adım zenginleşince, boyundan büyük işlere burnunu sokup kurtarıcılığa soyunanları…

Her konuda ahkam kesen spor camiasının üstatlarının şike konusunda tek kelam etmeyişlerinin nedenlerini…

Kendisine “Şeytan” lakabı verilenlerin bu sıfatı fazlasıyla hak ettiğini…

Herkesin saygı duyduğu bir spor yorumcusunun, basın sözcülüğüne tenzil-i rütbe edince artık hiç kimsenin itibar etmediği bir kimliğe dönüştüğünü…

Elli yıl öncesinin anlayışından bir santim ileri gidemeyen skor medyasının şike gerçeğine sırtını dönmesi ile, bu konuyu konuşmanın da siyaset yazarlarına kaldığını…

Ne Avrupa’da ne balkanlarda uluslararası bir başarısı olmasına, yurtiçi sonuçlarının da nasıl elde edildiği ortadayken, “adı konulamaz bir büyüklük”ten bahsedenlerin ne anlatmak istediklerini…

Aziz Yıldırım ve ekibinin ahtapot gibi Türk sporunu nasıl kuşattığını ve esir alarak nasıl bir “korku cumhuriyeti” kurduklarını…

“Yıkılmaya en yakın an”ın İnsanların “kudret körlüğü”ne yakalandıkları an olduğunu…

Anadolu kulüplerinin “Anadolu’dan şampiyon çıkartmazlar” sözünden kast ettiklerinin, biz “İstanbul takımlarının gönüllü kuluyuz” demek anlamına geldiğini…

Adalet ve hukuk ayaklar altına alınsa da, şikecilerde oyun bitmese de mahşeri vicdanda Türk halkının kimin kim ve ne olduğunun farkında olduğunu…

Adalet adil olmasa da, her şehirde her statta İstiklal Marşı gibi mutlaka şikecilerin yâd edileceğini…

Başbakan’ın haberi bile olmadan, onun adına konuştuğunu söyleyen ve maalesef prim yapan ortalıkta dolaşan ne kadar çok sahtekâr olduğunu…

İşlerimizi düzgün yapmak yerine , her işimizi ya Allah’a, ya Avrupa’ya havale ettiğimizi..

TFF’nin aslında FB federasyonu olduğunu , bu nedenle Türk futbol sevdalılarının gözü ve kulağının UEFA’dan gelecek haberlerde olduğunu ancak son gelişmelerden sonra bu ışığın da azalmakta olduğunu..

Siyaset destekli G.G’ın ne denli küfürbaz, yüzsüz, yetersiz, yalancı ve ahlaksız olduğunu…

Bochum savcılığının yürüttüğü “Şike ve iddia” soruşturmasında ismi olduğu belirtilmesine rağmen hâlâ açıklama yapmamasının manidarlığını…

Bu anlayış ve düzenle Türk futbolunun varacağı son noktanın İpsala olduğunu…

FB medyası tarafından pompalanan, FB’nin olmadığı bir ligin tadı olmaz yalanını, bir twitter kullanıcısının; “Bu görüşe katılmıyorum, FB 30 yıldır Türkiye Kupası’nda yok, Kupa ne önemini ne de tadını kaybetti” diyerek tamamıyla çürüttüğünü…

Şikecilerin ne denli arsız ve yüzsüz insanlar olduğunu…

Önce “düşürmeyin, sonra kanunu değiştirelim, sonra değiştirmeyin, puan silme cezası verilsin” diye yalvaranların, “puan silmeyi de, paramızın kesilmesini de kabul etmiyoruz” noktasına nasıl geldiğini…

Her şey unutulacak olsa da, “toplum ve ülke menfaatleri”nde anlaşamayan TBMM’nin ortak mutabakat sapladığı iki konunun; ŞİKE AFFI ve milletvekili maaş artışları olduğunu öğrendik…

Bu noktadan sonra ister puan silin, isterse üç şampiyonluk daha verin, ahlakı eriterek vicdanlarınıza yaptırdığınız dövme hiç silinmeyecek ve uzaydan bile görülecek, hep hatırlanacaktır…