İktidar -Market Savaşlarında Algı ve Gerçekler
Yazılara ara vereli uzun zaman oldu.
Sözün, yazının hükmünün kalmadığı, yazmanın hatta yaşamın anlamsızlaştığı bir dönemde her şeyi sil baştan yorumlamak ve yeniden inşa etmek zorundayız.
Zira doğru bildiklerimizin ve değer verdiklerimizin kahir ekseriyetinin yanlış olduğunu yaşayarak gördük ve anladık.
Çoğumuz iktidar marifetiyle yaşamadan yaşlandık.
Söz söylemek ve yazı yazmak başta olmak üzere hiçbir şey bu dönemde olduğu kadar anlamsızlaşmadı ve değersizleşmedi.
Yazı yazdığım zaman bu yazının, en azından doğru bilgilenme ve insanların faydasına bir işlevinin olmasını isterim; bu amaçla yazdım yazılarımı.
Yazmak da hiçbir zaman bu dönemde olduğu gibi tehlikeli bir iş haline gelmedi.
En azından benim için öyle oldu…
Bu ve benzeri nedenlerle uzun zamandır yazılarıma mecburen ! ara verdim.
Darbı mesel haline gelmiş bir söz vardır medya ve perakende sektörü için söylenen;
‘Medya’ ve ‘perakende ‘ sektörüne bir kez giren bir daha kolay kolay çıkamaz ’diye…
Ben istemeden ikisine de girmiş bulundum.
Son günlerde her iki sektörde depremler ve tsunamiler ardından artçı sarsıntılar devam ettiği için yazı yazmama orucuna ara verip önünü arkasını ve devamını iyi bildiğim bir konunun;
Perakende sektöründe kopan fırtınan aslını anlatmaya karar verdim.
Bu bir hafta boyunca ‘BİM ‘ üzerinden yürüyen tartışma ile ilgili yazılan söylenen az buçuk öneme haiz her şeyi okudum ve dinledim.
Medyadan uzaklaşalı yıllar oldu.
Aslında bu bir anlamda her şeyden uzaklaşmak anlamındaydı; insanlar dahil.
Olan biteni sadece sosyal medya üzerinden takip ediyor ve yaşanan haksızlıklara hukuksuzluklara;
Kadına, doğaya ve canlılara yapılan eziyete tanık olup çözüm ve çare üretememenin verdiği asabiyetle sağlığımdan olmamak adına ne zaman uzak durmayı denesem bana bu fikrimi uygulama imkanı vermeyen olaylarla karşılaşıyorum…
Fikrimi beyan ettiğimde de başım belaya giriyor…
Son yaşanan iktidar ticaret savaşının daha önce kitabını yazdığım için konuya vakıf olduğumu söylemem iddia da sayılmaz.
SORUN NE VE NEREDE…
Bu konu derin kökenleri olan bir sorun.
2018 yılında da buna benzer olaylar yaşandığı, soğan patates sarımsak satıcıları terörist ilan edildiği için sorunu çözmek istiyorsanız kökenine inin diyerek çözüm önerileriyle birlikte durumu izah eden bir yazı yazmıştım.
O yazıyı tekrar okuyunca ben bu konuyu anlatmışım zaten diyerek bu yazıyı yazmaktan vaz geçer gibi olsam da bu yazıda farklı ve benzer hakikatlerden bahsedeceğim..
Yine tanıklıklarla ve yaşanmışlıklarla..
Yazının linkini buraya bırakıyorum.
Bu yazıya göz gezdirirseniz aslında bugünkü sorunun temellerinin dünde olduğunu da göreceksiniz
Şu ana kadar yazılan ve söylenenler körlerin fili tarif etmesine benzedi konuyu tam olarak anlamak için o halde başlayalım anlatmaya.
BİM ‘İN DÜNÜ VE BUGÜNÜ
Türkiye’de gerçek manada organize perakende Fransız Carrefour’un 1993 yılında Türkiye’ye girişiyle başlar.
Benim perakendeye girişim de…
Carrefour’da yönetim kuruluna terfi ettiğimde bana miras bırakılan notları incelediğimde Fransızların Türkiye’ye yatırım yapmaya karar vermeden önce yatırım için araştırma ve toplantılara tam on yıl önce 1983 yılında başladığını o tarihlerde tüm önemli iş adamlarıyla toplantılar yaptıklarını bana bırakılan toplantı notlarından öğrenmiştim.
Bim de doksanlı yılların sonunda ALMAN ALDİ firmasını modelleyerek hatta bizzat ALDİ’den transfer ettiği Dieter Brandes’i transfer ederek Aziz Zapsu liderliğinde ve kamuoyunun ‘Alo Fatih ‘olarak tanıdığı, şimdilerde Kasımpaşa kulübünün yönetiminde bulunan RTE ‘nın Ciner medyaya kayyım olarak atadığı Fatih Saraç ve Topbaş ortaklığında yola çıkar.
Büyümek için lazım olan finansal kaynak da yatırım bankası MERRİLL LYNCH ‘den sağlanır.
Yatırım bankaları ortalama beş yıl sonrası için bir çıkış planı ile işletmelere destek olurlar.
Bu sürenin sonuna yaklaşıldığında Fatih Saraç beni aradı ‘bize bir ortak ya da yatırımcı lazım ’dedi.
Aynı tarihlerde Libya lideri Muammer Kaddafi’nin kızı Ayşe ve diğer akrabalarının Türkiye’ye yatırım hevesi kamuoyunun gündemine ünlü bir otelin satın alınması ile gelmişti.
Libya’da iş yapan bir arkadaşım ve Kaddafi’nin genelkurmay başkanının kızı ile evlenen yeğeni balayı için Türkiye’ye gelmiş ve bize de misafir olmuştu.
Bu kişi aynı zamanda Afrika olimpiyat komitesi başkanıydı, yatırım ve know how için ‘Türkiye’den destek talebi vardı kendisini
Türkiye olimpiyat komitesi başkanı Togay Bayatlı ile tanıştırmıştım.
Fatih Saraç’ın yatırımcı talebine karşılık’ BİM’e yatırım yapar mısınız ‘soruma olumlu cevap verince firma hakkında detaylı bir sunum için tüm ekip Samandıra BİM merkezinde toplandık.
Sunumu Aziz Zapsu yaptı.
Sunum sonunda kendisine ‘sizi 2001 krizi yıldız yaptı, kriz olmasaydı tablo böyle olmazdı ‘dediğimde ‘biz her dönemin yıldızı olmaya adayız’demişti.
Yine toplantıda bulunan Dieter Brandes sorduğum bir soru üzerine ‘ Aldi modelinin daha önce 14 ülkede kopyalandığını ve başarısızlıkla sonuçlandığını sadece Türkiye’de başarılı olduğunu ‘ belirtmişti.
Güncel olarak değerlendirdiğimizde Bim ile Aldi ‘nin kalite ucuzluk nitelik ve işleyiş olarak benzerliğinin kalmadığını gözlemliyoruz.
Kaddafi’nin yeğeni sunum sonrası bu yatırıma ortak olabileceklerini tek şartlarının bu mağazaları Libya’da da açmaları talebi oldu.
Bu talebe Zapsu ‘şu an yurt dışına yatırım planları olmadığı şeklinde cevap verdi.
BİM ortak ve kaynak bulamayınca halka açılma kararını öne aldı.
Halka arz beklenmedik bir ilgiyle karşılaşınca bu Merrill Lynch için de tarihi bir kazanç olarak kayıtlara geçti.
2022 YILINDA BİM
Bim’in şu an itibariyle % 71.03 hissesi halka açık. Bu hisselerin kimlerin elinde olduğunu bilmiyoruz.
Geri kalan % 15 .15 lik kısmı Merkez Bereket Gıda’ya ait bu şirket Mustafa Topbaş ailesine ait.
2017 yılında Mustafa Topbaş Bimdeki sahip olduğu hisseleri kendisine ait bu şirkete devrediyor. Bu satış sonrası o zaman için ulaştığı bir milyar üç yüz milyon dolar servet ile Forbes dünya zenginler ligine yukarılardan dahil oluyor şu an itibariyle zaten Türkiye’nin top 20 listesinde.
Şirketin %11 .30 luk hissesi de NASPAK Gıda San. A.Ş ye ait .
Bu şirkette Topbaş ailesine ait.
Daha önce Ülker grubunun da şirkette hatırı sayılır bir hissesinin olduğu hatta bazı siyasilerin çocuklarının da şirkette hisse sahibi olduğu yazılmış ve konuşulmuştu.
BİM VE KARLILIK
2021 yılı ocak eylül döneminde 9.357.790 tl brüt kar eden şirket 2022 yılının aynı döneminde 18.434.074 tl karlılığa ulaşmış.
Borsa verilerine göre 2021 yılı üçüncü çeyrek karlılığı 2.308.592 den 2022 yılı üçüncü çeyreğine 4.805.266 tl karlılıkla girmiş.
ANCAK;
BİM için karlılık bununla sınırla değil .
Bim sattığı üründen net % 5 karlılık sağlıyorsa arka planda kendisine ürün temin eden başta merkez bereket ve naspak olmak üzere aileye ve yakınlarına ait olan tedarikçi şirketlerinden % 45-50 lere varan devasa bir karlılık elde ediyor.
Ana sorunlardan bir tanesi de bu.
Bim Çin’den ithalatı bile bu şirketler eliyle yapıyor, kendi ürettiği ve ithal ettiği ürünlerden oluşan bir ürün gamı var.
Piyasaya üreticilere zerre bir faydası olmadığı gibi piyasada tekelleşme yaratarak birçok kobi nin ürün satacağı alternatifleri öldürdüğünden üreticilerin de alternatif satıcıların da yaşam hakkını elinden almış bulunuyor.
BİM ‘in ana tedarikçilerinden biri de ÜLKER grubu. SÜT ürünlerinin tamamını ülkere ait ak gıda firması veriyordu, bu şirketlerde de bazı hisse değişiklikleri olduğu için son durum farklı olabilir.
Kısaca BİM in alırken de satarken de kendi yakın çevresi dışında kimseye bir faydası ve iyiliğinden söz etmek pek mümkün gözükmüyor.
Aynı şey ŞOK için de geçerli.
Ülker bu mağazaların ana tedarikçisi ve sattığı ürünlerin yüzde yetmiş beşten fazlası kendi firmalarına ait.
BİMİN SATIŞ STRATEJİSİ
Bim ALDİ VE LİDL modelinden esinlense de onlar gibi bir ucuzluk marketi sayılamaz zira sattığı ürünlerin çoğu no name ürünler olmasına rağmen piyasadaki alternatifleri ile benzer fiyatla raflarda yer alıyor.
BİM in ucuzluk adına yaptığı işlerden biri ürünlerin gramajları ile oynayan ilk perakendecilerin de lideri olması.
İlk başlarda çoğu tüketicinin fark etmediği 1 kg lık paketlerin önce 900 gr a sonra 750 – 700 gr’a düşürülmesi diğer paketli ürünlerde de piyasadaki ambalajlı satış gramajlarının değiştirilmesi ve bu şekilde bir ucuzluk imajının liderliği de BİM’e ait.
Ucuzluk algısı bunlarla sınırlı değil prıvate label denilen market markalı ürünlerin içerikleri tüm market zincirlerinde olduğu gibi BİM de de aynı şekilde değişikliğe uğramış durumda.
Bu ürünlerin orijinal markalarla birebir aynı olmadığı ve bu nedenle o markalara göre doğal olarak bir ucuzluğunun söz konusu olması gerektiği de bilinen bir gerçek.
Bu konuda daha önce çalışmalar yaptığım için biliyorum. Avrupa’da prıvate label ürün üretmek çok sıkı denetim ve kontrollere tabi.
Örneğin bir markaya prıvate süt ürettireceğiniz zaman bunun markanın orijinal ürünüyle aynı olmasını sağlamak zorundasınız.
Süte su katarak ya da süt tozundan imal ederek ucuzluk ucuzluktan sayılmadığı gibi suç da…
Süt demişken şu an piyasada satılan sütlerin çoğunun süt tozundan üretildiğini tüketicinin bilmesinde fayda var.
Gerçekten süt satan firma sayısı bir elin parmaklarından az.
SORUN VE ÇÖZÜM NE?
Sorunun aslı ve esası iktidarların aldığı ve almadığı kararlarda yatmaktadır.
AB ve ABD perakende ve üretim sektöründe güçlü olanların zayıfları öldürmemesi piyasanın oligopol veya monopol hale gelmemesi için gidişatı öngörerek bir dizi tedbirler almıştır.
Bu sayede hem küçük esnaf hem de tüketicinin korunması teminat altına alınmıştır.
Alınan bu tedbirleri ve gidişatın yönünü ‘Dünyayı yöneten gerçek güç, Ticaret ve Perakende ‘ kitabımda teferruatlı olarak anlattım.
Sanayi ticaret bakanlığında 1996 yılından bu yana 2003 yılına kadar perakende yasası ile ilgili birçok toplantı yapıldı. Hepsine katıldım.
O tarihlerde özellikle yabancı firma temsilcileri ellerindeki gelişmiş ülke dataları ile Avrupa’da kişi başına şu kadar mağaza bu kadar avm düştüğü tezinden hareketle Türkiye’de piyasanın regülasyon ihtiyacı olmadığından dem vuruyorlardı.
Ben ise Avrupa datalarının Türkiye için baz alınamayacağından hareketle piyasanın regüle edilmesi gerektiği ve mutlaka küçük esnaf, üretici ve tüketicinin bu devlere karşı çaresiz bırakılmamasını ve bu düzenlemelerin zaten AB ve ABD ‘de yapıldığını savunurdum.
O tarihlerde de bakkallar odası başkanı Bendevi Palandöken’di.
O da kısık sesle düzenlemeden bahsederdi.
İktidar partisi oğlunu Malatya’dan milletvekili adayı yapınca artık sesi hiç çıkmaz oldu. Son günlerde seyrek de olsa konuşmaya başlamış ama çok geç artık.
Daha sonra perakende tekeline karşı üretici ve tüketiciyi korumayan belediye ve iktidar lehine göstermelik bir yasa Hayati Yazıcı döneminde çıkarıldı.
Bu yasanın hiçbir işlerliği yoktu.
Alışveriş merkezleri ve perakendeciler derneğinde Demir Sabancı ile birlikte çalışırken Avrupa ve ABD de yürürlükte olan yasaları da inceleyerek bir yasa teklifinde bulunmuştuk.
O teklifte 400 m2 büyüklükteki marketlerin mahalle ve sokakları istila etmesinin önlenmesi, market açmak için belli bir nüfus yoğunluğu ile marketler arası belli bir mesafenin olması gibi önemli hususlar ile AVM ‘lerin şehirlerin göbeğinde açılmasına müsaade edilmemesi gibi Avrupa’daki ile benzer kurallar içermekteydi.
Zira her açılan avm ve süpermarket belli bir yarıçapı içerisinde yüzlerce küçük esnafın ölümüne bu da işsizliğin artmasına rekabetin azalmasına sebebiyet vermektedir.
Örneğin Migros bu büyüklüğe en az 30 yerel ve ulusal market zincirini satın alarak geldi.
BİM pazarını artırmak ve daha büyük bir tekele dönüşebilmek için FİLE markasıyla Bim ile giremediği yerlere de nüfuz etmektedir.
En azından Hayati Yazıcı döneminde çıkan yasa belediye ve iktidarın yetkilerini artırmak için değil de bu tehlikeleri bertaraf etmek ve müşteri lehine çıkartılmış olsaydı bugün bunlar da yaşanmayabilirdi.
Merhum Kadir Topbaş’a belediyelerin rüşvet almak için AVM ve Marketlere fütursuzca plansızca izinler verdiğini bunun çok önemli hasarlar vereceğini ülkenin sermayesinin betona gömülmesine müsaade edilmemesini defaatle belirtmiştim.
Bugün şimdilik 60 AVM bankaların eline geçmiş durumda. Çoğu da kar etmiyor.
Birçok AVM metruk binaya dönüşecek demiştim süreç çoktan başladı.
1995 ‘ten 2005 ‘e
Carrefour 1994 yılında Kanal 6 TV’nin sahibine ait olan araziyi avm yapılmak üzere satın aldı.
Belediye Refah partisinde ve başkan RTE ‘dı .
Bu alanın yeşil alan olduğunu şehirdeki yeşil alanların korunması gerektiğini belirterek belediye buraya AVM yapılmasına müsaade etmedi.
Bu bölge yıllarca yeşil alan olarak kaldı.
Akp iktidara geldikten sonra o zamanki düşüncenin tam aksi bir kararla aynı yere daha büyük bir kompleks yapılmasına müsaade edildi.
Marmara park avm ve iş merkezleri AKP iktidarının müsaadesiyle yapıldı.
İşletme sahiplerine daha sonra bir fatura daha kesildi ve İBB oradaki iş merkezlerden birine el koyarak sahiplendi. Daha doğrusu ayrıca bir bedel daha ödettiler.
Bu iktidarın asıl yüzü ve dönüşümünü göstermesi açısından ilginç bir örnektir.
Özetle bugün gelinen noktanın en önemli sebebi iktidarın kendisidir.
Zira küçük esnaf ve tüketicinin karşısında burjuvazinin yanında saf tutmuş ve onların taleplerine uygun davranmıştır.
BİM CEOSUNUN KONUŞMASI VE TEPKİLER
Konuşmanın dernek ve şirket yönetiminin bilgisi haricinde olduğunu düşünmüyorum.
O toplantıya katılan arkadaşlar başkanın ayakta alkışlandığını, baskılardan diğer işletmecilerin de rahatsız olduklarını başkanın biraz da buna cevap verdiğini ifade edip salonun konuşmayı ayakta alkışlaması da aslında bu baskılara bir tepki anlamı taşıyordu dediler.
Hatta en yetkili kişinin de ‘haklıysanız çıkın kendinizi savunun ‘ dediğini belirtenler de oldu.
2013 yılında BİM benzer bir şekilde yine gündeme geldiğinde Sabah gazetesi benden görüş almıştı.
O zaman ben ‘bu tür baskıların doğru olmadığını bu tür eylemlerin sermayeyi ürküteceğini ve yabancı sermaye girişine ket vuracağını, bunun da ülke ekonomisine zarar vereceğini ‘belirtmiştim.
Bu açıklama sonrası Galip Aykaç arayıp teşekkür etmişti.
Gelinen noktada sorun bu açıklama değil.
Sorun gerçek sorunların unutturulma çabası ve her zaman olduğu gibi ve cumhur ittifakının en iyi bildiği işi yaparak sorumluluklarını algı yoluyla unutturup yine yeni bir düşman peyda edip kitlesini o yeni düşmanın üstüne sürmesi.
Bu şu ana kadar iyi işleyen bir mekanizma ve kısmen yine başarılı olsa da insanların ekonomik sorunları diğer sorunlara benzemediği için algı yoluyla çözülemez.
Sıradan bir konuşmaya sıra dışı tepkinin nedeni de bu ….
Erdoğan’a Urla malikânelerinde komşu olan, hatta bu evlerin yapımında Erdoğanların evi ile ilgili her türlü yetki ve sorumluluğu üstlenen, banyo malzemelerine kadar her türlü detayla ilgilenen Mustafa Topbaş grubunun 2018 yılında Galip Aykaç’ın tarım bakanı olması için epey uğraştığı ve son anda vaz geçildiği belirtildi AKP’li kaynaklarca.
Bu tartışmanın BİM üzerinden yürümesi sonuçsuz bir kamuoyu meşguliyeti olarak kalır.
Eğer BİM ‘e herhangi bir operasyon yapılırsa o zaman bu olayda başka bir iş var demektir.
Bir market zincirine ya da tamamına ceza keserek ya da el koyarak enflasyon sorununu çözemezsiniz ama zaten gelmeyen yabancı sermayenin önünü tamamen kesmiş olursunuz.
Bu da sizi gri listenin baş aktörlerinden biri yaptığı gibi, merkez bankası rezervleri içinde hata noksan payının daha da artması demek olur ki bu aslında daha büyük bir sorundur.
Bir sorunu başka bir soruna dönüştürmek çözümsüzlüğe atılan bir düğüm demektir.
PERAKENDE SEKTÖRÜ ENFLASYONUN SEBEBİ Mİ SONUCU MU?
YOKSA…
İşin aslı şudur; gıda insanların en temel ihtiyaçlarının ilk sırasında yer alır.
Gıdaya ulaşmak zorlaşırsa bundan herkes ve her şey etkilenir ve bu durumun farklı sonuçları olur.
Devletin gerekli düzenleme ve düzeltmeleri zamanında yaptı modern ülkelerde perakende sektörünün kendi içindeki rekabet sayesinde enflasyonun düşmesinde Pozitif bir katkısı olduğu tespit edilmiştir.
Carrefour Fransa genel merkez yönetimi ile yaptığımız toplantılarda bir ülkeye yatırım yapmaya nasıl karar verirsiniz diye sorduğumda;
‘Önce demokrasi, hukuk, medya özgürlüğü sonra kişi başı gelir düzeyi, pazarın özelliği gelir ‘ demişlerdi.
Bunu daha önce Çin’e yatırım yapan yabancı sermayenin Çin’de yönetime gelen Mao’nun her şeye el koyması ve devletleştirmesi sonrası yıllarca hiçbir yabancı yatırımcının Çin’e uğramadığını bunun bedelini de halkın açlık yoksulluk ve ölümlerle ödediğini belirtmişlerdi.
Bir ülkede yabancı sermayenin ilk ve en kolay giriş yaptığı iki sektör vardır ;
finans ve perakende
Aynı şekilde en kolay ve ilk çıkan yabancı sermaye de bunlardır.
Bu iki sektörü genel anlamda yabancılara kaptıran ülkelere geçmiş olsun.
Bu nedenle gelişmiş ülkeler buna çok dikkat eder hatta Fransa ve Almanya gıda sektöründe de kendi marka ve yerel üreticilerini ön plana çıkararak bu alanda da yabancı sermayeye sıcak bakmaz.
Avrupa ile ABD nin ticaret savaşlarında ABD li dev perakende zinciri Wall Mart defalarca Avrupa pazarına girmeyi denese de hep geri püskürtülmüştür.
En son Almanya’ya girdiğinde 500 milyon Euro zarar bütçesi ile yaptığı indirimlerle müşterinin gözüne girmeye çalışsa da, yaptığı zarar yanına kar kalmış ve pazarı terk etmiştir.
Wall Mart Avrupa’da girdiği pazarlar içerisinde sadece İngiltere’de tutunabilmiş, o da kan bağı sebebiyle olsa gerektir.
Carrefour yönetimi Brezilya pazarına girdiklerinde bazı reaksiyonların olduğunu fakat zaman içerisinde bu ülkede enflasyonun düşmesine % 5 ile %7 arasında pozitif katkı sağladıkları için bu tepkinin zamanla aşıldığın belirtmişlerdi.
TÜRKİYEDE NEDEN BÖYLE OLDU?
Türkiye son yirmi yıldır sorunlarını çözmek yerine eski sorunlarına devasa sorunlar ekleyerek dev sorunları olan sorunlu bir ülkeye dönüştü.
İktidar medyanın tamamını ele geçirerek bu sorunların duyulmasını önlediği gibi bu medya aracılığıyla oluşturduğu algı marifetiyle gerçeği yalan yalanı gerçek gibi göstermeyi başardı.
İktidar medyasında algı operatörlüğünü reddeden ve işsiz kalan gerçek gazeteciler sosyal medyada yeni bir ses soluk olmaya başlayınca o alana da devasa bir trol ordusu yığarak sosyal medyayı da dezenformasyon masasına çevirdi fakat burada da başarılı olduğu söylenemez.
En nihayet çözümü o alana da kelepçe takmakta bulunç meydan yalgı operatörlerine kaldı.
Bu kitlenin yaydığı yalanlar sonucu bugün bazı yerlerde başıboş sokak elemanlarının sağa sola, mağazalara saldırmasına ortam hazırladı.
PERAKENDECİLERİN SUÇU YOK MU?
Perakendeciler de diğer sektörler de hükümetin politikaları ve temel ihtiyaçlara yapmış olduğu zamları fazlasıyla ürünlerine yansıttı.
Ben bu yazıyı yazarken brent petrolün fiyatı 78 dolara kadar inmişti.
Cumhur ittifakı yükselen fiyatları aynı tüccarların yaptığı gibi petrol doğalgaz elektrik gibi temel ihtiyaçlara fazlasıyla yansıttığı gibi düşünce aynı şekilde düşürmedi.
Fiyatlar düşünce perakendeci ve diğer sektörler de düşürmedi düşürmeyecek de.
BELİRSİZLİK MALİYETİ
Ülke genelinde tüm sektörlerde yeni bir maliyet kalemi ortaya çıktı; Belirsizlik maliyeti…
Ülke her alanda koşar adım kaosa doğru gittiği için üreten de satan da her ürüne ‘belirsizlik maliyeti’ adı altında her gün zam yapmaya başladı.
Bu daha büyük bir kaosa yol açtı ve hemen hemen herkes her gün bazıları haftalık olarak fiyatları yükseltmeye başladı.
Buna sebebiyet verenlerin başında da TÜİK Kurumu gelmektedir.
Marketlerde her gün fiyat yükseltmek de alışkanlık haline gelmiş durumda bunu hepsi yapıyor. Onlara bu alışkanlığı kazandıran da bu ortamı yaratan da iktidar.
İşin kötü tarafı bu belirsizlik maliyetinin belli bir yüzdesi de yok.
Müşteri kendi kaderiyle baş başa.
Oto servisinden, eczaneye, hastaneden postaneye, kasaptan manava kadar her hangi bir yere işiniz yolunuz düşmeye görsün; fiyatların yüzde yüzün üzerinde zamlı
Olduğu gerçeği ile tanışacaksınız.
TARIM KREDİ NEYE ÇARE OLDU
Son olarak tarım kredi marketlerine bir göz atalım.
Erdoğan’ın talimatıyla sayıları hızlıca 1000 in üzerine çıkartıldı.
Kurulduğu günden bu yana zarar ediyor.
Enflasyona ve dar gelirlinin bütçesine çare olacağı umuluyordu fakat böyle olmadı.
AKP iktidarı liyakati iptal edip sadakati esas aldığı için tüm alanlarda yetersiz yeteneksiz ve bilgisiz kişiler cirit atıyor.
Tarım Kredi de yönetim kadrosu eski akp milletvekilleri ve iktidarın işini gören bürokratlardan oluşuyor.
Çalışan ve alt yönetim kadrosu da akp yakınları çocukları ve onların yakınlarından müteşekkil.
Burada liyakat olmasa da oluyor.
Araya serpiştirilmiş birkaç tecrübeli orta kademe yöneticisi istisnai de olsa var. Orada da şart akp / mhp referansı.
Tarım kredinin tedarikçileri de bu tabloya uygun. O kadar uygun ki malı istediği fiyattan veriyor hatta sütü tarım kredi veriyor peynir üretimi için prayı da önden veriyor buna rağmen tedarikçi peynir tenekelerinin içine tuz doldurup gönderiyor.
Ne hesap soran ne de parayı geri alan var.
Bu olayın piyasaya yansıyan kısmı ile peynirciye önden yapılan ödeme 4 milyon fakat zararın en az on- on beş milyon arasında olduğu söyleniyor.
Peki, tarım kredi ucuz mu ;
Erdoğan’ın talimatı sonrası göstermelik birkaç üründe minimum bir ucuzluk yapıldı. Fakat gerek ürün çeşidinin azlığı gerekse reyonların yarısının sürekli boş olması ve no name ürünlerden oluşan ürün gamı ve bir de fiyatların piyasa fiyatlarıyla aynı olması tarım krediyi müşteri için cazip olmaktan çıkarıyor. Belki de bu nedenden ötürü taze gıda ürünlerinin son kullanım tarihlerinin çok yakın olması da ayrı bir sorun teşkil ediyor.
Tarım kredinin yılsonu zararı nüfus yoğunluğu bazında dünyanın en çok çay tüketilen ülkesinde üstelik fiyatları yüzde yüz artırmasına rağmen 500 milyonun üstünde zarar etmeyi başaran ÇAYKUR ile yarışır…
Alış veriş etmese de geçmediği köprünün parasını ödediği gibi bu zararı da karşılayacak olan millet olacak.
ÖZETLE
Enflasyonun sebebi olarak gösterilen marketlerin de diğer satıcıların da masum olduğu söylenemez.
Ortada bir fırsatçılık var mı; evet var…
Buna zemin hazırlayan kim; iktidar…
Enflasyonun en büyük nedenleri ve asıl sorumlusu kim; en temel ihtiyaçların;
Elektrik akaryakıt su doğalgaz faiz döviz kurunun fiyatlarını belirleyenler.
Ha bir de geçen yıl % 36 olan pasaport, harç vesairenin fiyatını % 122 artırıp enflasyonu % 84 olarak belirleyen irade de enflasyona marketlerden daha fazla katkı yapmaktadır.
ENFLASYON DÜŞER Mİ ?
Enaga göre % 170 olan enflasyon reelde % 200 ler seviyesinde.
Seçim etkisi ile piyasaya suni teneffüs yaptırılacağı ve pzitif bir görünüm kazandırılmaya çalışılacağı için bu noktada durdurulmaya çalışılacaktır.
Bu yıl 200 tl olan ve fiyat artışı % 190 olan peynirin kilosu aynı fiyatta tutulabilirse enflasyon düştü algısı yapılacağı kesin.
Esas soru ve sorun şu; peynirin kilosu 100 tl ye düşer mi?
Düşerse o zaman alım gücüne bir katkıdan bahsedebiliriz.
Bu mümkün mü; bu kafayla hayır.
Burası sosyal medya trollerinin gazeteci sanıldığı hatta bakan yapıldığı kendi sattığı ürünleri listelediği için bakan yardımcılığı ile ödüllendirilenlerin ülkesi…
Bu zihniyet ve anlayış değişmeden hiçbir şey ama hiçbir şey iyiye gitmeyecek bilakis daha da kötüleşecektir.
Enseyi karartmayın demek isterdim lakin ense de nöronlar da yandı…
Çıkış yolu var mı; var elbet…
Medyaya ve iktidara sahip olanların algılarına göre mi yaşadığı gerçeklere göre mi tercih yapacak onu hep birlikte yaşayacağız…