- Eki, 08, 2013
- Kitap ve Yayinlar, Spor
- Nurullah Öztürk
Yurtdışında bir maça gittiğimde, galibiyette de mağlubiyette de sevincim ve hüznüm ikiye katlanır.
Ne zaman Türkiye’den bir takım yurtdışına maça gitse, “geçim derdi’ ile dünyanın dört bir yanına savrulan insanımız, mesafe ve mekân tanımaksızın, takımlarımızın yalnızlığını alır götürürler.
Maç bitiminde galip geldiğimizde sevinç, mağlup olduğumuzda da hüzün onlara yol arkadaşlığı yapar.
Bu nedenle, bin bir mahrumiyetler içerisinde yaşam mücadelesine uzaklarda devam eden bu insanları sevindirmek kadar anlamlı bir şey olamaz. Bugüne kadar en fazla hüzün onların payına düştü…
Onlar vatanları için canlarını ve mallarını vermekten hiç çekinmediler. Karşılığında da hep aldatıldılar; devlet, din ve millet adına, anavatandan gelen herkes aldattı onları. Hemde en kutsal değerler üzerinden.
Zor da olsa, doğdukları ve doydukları yerleri vatan bellemek zorunda kaldılar. Bütün zorluğuna rağmen.
GURBETÇİ FUTBOLCULAR
Yerküre üzerindeki en yetenekli ırklardan biri ve en önemlisi “Türk” ırkıdır. Bu yetenek yurtdışında daha kolay ve çabuk açığa çıkmaktadır.. Buna örnek olarak yurtdışında iyi eğitimden geçmiş Türklerin durumunu gösterebiliriz. Yetenek eğitimle geliştirilir de köreltilir de…
Bu futbolda da böyle…
Bugün Türkiye liginde de, milli takımda da altyapı eğitimini ülke dışında yapmış futbolcuların ciddi bir ağırlığı var.
Tam 66 tane Türk genci değişik ülkelerin takımlarının formalarını sırtına geçirmiş durumda.
Bu durumun sevindirici yönünden daha fazladır üzüntü veren tarafı.
Yerli yabancı tüm spor otoritelerinin ittifak ettikleri bir konu var: Futbol federasyonu ve yetkilileri son 5 yıldır, yurtdışındaki futbol kaynağına duyarsız, önemsemez ve gerekli adımları ve girişimlerde bulunmamaktadır.
Bu durum yurtdışındaki Türkler tarafından da oyuncular tarafından da böyle bilinmektedir.
İsviçre’deki futbol şampiyonasında görüştüğümüz futbolcular da aileleri de bu durumu teyit etmişlerdir. Forma adına pazarlık yapmamak adına! Muhatapları federasyonun sekretaryası olmuş. Muhatabınız bir tarafta sekreter ,diğer tarafta milli takım sorumlusu..
Almanya’da yaşayan gazeteci dostlara göre ‘eğer gidip aileleri ve oyuncular ile görüşülürse Serdar Taşçı’da Mesut Özil’de Türk milli takımı forması giyerler ‘. Hatta garanti bile vereni var.
Serdar kaçtı. Geçmiş olsun. Sırada Mesut var. Onun da kafası karışık.
Gurbetçi kırgın ve kızgın.
Halil ve Yıldıray’ın Avrupa şampiyonasında eve gönderilmesini kabullenemiyor. Kendilerine yapılan bir hakaret olarak kabul ediyor. O dönemde öfke zirve yapmıştı. Karşılaştığımız herkes, bu durumu Fatih Terim’in fantezisi olarak kabul ediyordu.
Bu kırgınlık ve kızgınlık bitmiş değil. Çünkü olumlu hiçbir adımın atılmadığını pozitif bir gelişme olmadığını gözlemliyoruz..
Geriye dönüp bakarsanız Nuri’den beri milli takıma yeni bir isim kazandırılamadı. O da kırgın.
Gol gol diye yakardığımız bir zamanda Fatih Tekke’nin nerede ne iş yaptığı unutulmuşsa, dikine iki pas yapamadığımız bir zamanda Yıldıray akla gelmiyorsa, kime neyi nasıl izah ederseniz edin ,inandırıcı olamazsınız.
Elin oğlu, senin öz çocuğunun evine kadar gidip kendi milli takımında oynaması için ikna etmeye çalışırken, yeryüzünde kullanabileceği ne kadar kaynak varsa istifade etmek için çaba gösterirken, sahip olduklarımızı elimizin tersi ile itmeyi ve reddetmeyi nasıl açıklayacağız o zaman.
Başkalarının başka milli takımlarda oynamaları normal karşılanabilir. Fransa milli takımında sömürge çocukları oynayabilir.İngiltere’de de..
Dünyanın dört temel medeniyetinden birinin kurucusu ve taşıyıcısı olan bir ülkenin çocuklarının bu bilgiden ve milli takım sevgisinden mahrum bırakılması kadar büyük bir vebal olamaz, olmamalıdır da.
Sonuç olarak; Türkiye futbol federasyonunu ve teknik heyetini yurtiçi ve yurtdışındaki kaynakların, ülke yararına etkin ve verimli kullanılması için bir kez daha düşünmeye ve gözden geçirmeye davet ediyorum.