Dersim Şikecileri Kurtarmak

Eski başbakanlardan Refik Saydam “Devlet idaresi A’dan Z’ye bozuktur düzeltmek ister” dediğinde yıl 1939’du.

Aradan geçen 72 yılda reform ve kurumsallık anlamında fazla bir yol aldığımız söylenemez.

Hatta irili ufaklı bir çok kriz ve skandala tanık olduk.. 2011’in son günlerinde 88 yıllık Cumhuriyet tarihinde kimsenin altına imza atmaya cesaret edemeyeceği bir skandala şahitlik ettik.

Ustalık bu mudur acaba ?..

Ülkenin içinde bulunduğu birçok sorun çözüm beklerken, gündelik polemikler ve bedelli askerlik hesaplamalarının toz bulutu içerisinde ustaca bir “Kurtarma Operasyonu” yapıldı ve bitti…

Öyle böyle değil, sadece kurtarma yok burada; kurtarma esnasında teraziyi tutan güzel adaletin ırzına da geçildi aynı zamanda…

Memleket hayrına hiçbir konuda mutabakat sağlayamayanlar, konu “ŞİKE” ve Aziz Yıldırım’ı kurtarmak olunca parmak kaldırma yarışına girdiler.

“Türk futbolundaki virüsü tedavi etmek üzere sekiz ay önce çıkartılan bir yasa, suçluya göre apar topar değişir mi, böyle adalet ve hukuk olur mu?” diye itiraz edecek, Şamil Tayyar dışında koca Meclis’te bir Allahın kulu çıkmadı.
Toplum vicdanlarının sesine sağır insanlara vekâlet vermenin derin acısını yaşıyor…

Toplumda, sosyal medyada derin bir infial var.. Tepkilerin odağında doğal olarak iktidar var ve mesajlar “sandıkta görüşmek üzere” diye bitiyor…

Bazı futbol ve siyaset fanatikleri dışındaki her vicdan sahibi bu durum karşısında, kendini bir kez daha hesaba çekiyor ve çekmeli de…
Medyanın komik halleri

Hükümetin paralı askerleri ve medyasından, cılız da olsa vicdanına ses verebilecek yarım adam dahi çıkmadı, patronun çıkarlarına odaklanmış karşı mahallenin çıkar odaklı adamları da, toplum yararı karşısında üç maymun taklidi yapa yapa maymuna döndüler adeta…

Onlardan da hiçbir ses yok…

Adamlığın bu kadar ucuza alınıp satıldığı bir memlekette şaşırmadım doğrusu.
“Vücut bir camidir vicdan seccade, onun bunun çıkarına seremem” diyen Âşık Reyhanî;

Ve,
“Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın, bilmem, kaçtır hava parası” diyen büyük üstat, devrimizin hacıyatmazlarına nasıl seslenirdi acaba…
Türk sporunun en bahtsız dönemi

Siyasette çok kullanılan bir laf var “üç koyunu verseniz güdemezler” diye. Bu dönem bu lafın tam karşılığını bulduğu yerin adresi Türk futbol ve sporu oldu.

Türk sporu; haber spikerliği etkisiyle lafı eveleyip gevelemeyi, uzun konuşup suya sabuna dokunmayan anlamsız cümleler kurmayı icraat zanneden, sporla ilgisi okuldaki beden eğitimi derslerinden ibaret olan birine emanet…

Yasa değişikliğini canhıraş bir şekilde överek savunduğunu görünce, bu bir şaka olmalı dedim.

Eyvah ki ne eyvah…
Kim bu Gümüşdağ?

Elindeki “damatlık” anahtarını önüne gelen her kapıya sokarak açmayı deneyen, “anahtar”ı ustaca kullanan, bunun dışında hiçbir özelliği olmayan, işi nedeniyle hükümete ters düşmekten çekinen şahısların şirinliklerini samimiyet zanneden bir orta yolcu.

Önümüzdeki seçimlerde büyükşehir belediye başkanlığına aday olmaya kalkar da, olursa şaşırmayın sakın.

Her ikisi de, uzun kulis çalışmalarının sonunda amaçlarına ulaşmış olmanın sevinciyle öyle açıklamalarda bulundular ki, sanırsınız dillerinin zembereği çözüldü ve irtibat koptu.

Mealen, bundan sonra Türk futbolunun çok mükemmel olacağı müjdesini veriyorlardı.

Doğru, şike serbest, şikeciler serbest… Her şey eski günlerdeki gibi güzel olacak…

Tarih bu dönemi dünürlerin, damatların ve evlad-ı iyalin “yıldızının parladığı anlar” olarak yazacak.

Fakat Türk futbolunun utanç yılları olarak kayda geçecektir.