- Mar, 21, 2015
- Röportaj
- Nurullah Öztürk
Kiler Mağazaları’nın genel müdürlüğünü yapıyorum. Bu tasarı 57’nci hükümet döneminde geldi, sonra yeni hüküme t döneminde de gündemimizde birinci öncelikli madde olarak duruyor. Bunun hukuki, ticari, ekonomik, toplumsal ve siyasi sonuçları var. Ama öncelikli olarak bizi ilgilendiren kısmı ticari yani ekonomik boyutları olduğu için, ben özellikle kısa anektodlar halinde, bunların üzerinden gitmek istiyorum.
Birincisi bu tasarının, çok uzun süre gündemde kalmasına rağmen, çok fazla üzerinde düşünülüp bütün detaylarıyla ortaya konulmuş bir tasarı olmadığı açıkça gözlenmekte. Niçin bunu söylüyoruz? Çünkü daha önceki gelen tasarı, üzerinde olan 300 metrekare terimi 400 metrekare olarak düzeltilmiş, onun dışında tamamen benzer kriterler yine gözümüzün önüne konulmuş durumda. Halbuki böyle yapmak yerine bu tasarıyı yeni baştan ele almalıyız.
Biz defalarca Sanayi Bakanlıgı’nda yaptığımız toplantılarda ve diğer platformlarda kendi düşüncelerimizi belirtmemize ve düzenleme yapılması gerektiği hususu üzerinde ittifak halinde olduğumuzu söylememize rağmen, organize perakendeci olarak tabir edilen perakendecilerin çok da fazla görüşlerinin bu taslak üzerinde değer bulmadığını ya da bir şekilde ele alınmadığını gözlemliyoruz. Burada bizim birinci itiraz noktamız şu: 1970’li yıllarda Avrupa’daki düzenlemelerden söz ediliyor.
Benim öncelikle belirtmek istediğim şey şu; her üll ihtiyaçları ve ortamları var. Avrupa’daki 1970’li yıllarda yapılan çalışmalar ya da kısıtlama ve düzenlemeler ne ise bunların Avrupa’da ne kadar çözüme ulaştığı üzerinde kafa yormak gerekiyor Ondan sonra Türkiye’nin kendine has şartları ve kendine has çözüm önerileri üzerinde durmak gerekiyor. Türkiye’nin en önemli problemlerinden bir tanesinin bu olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, üniversitelerimizde de genellikle Avrupa’da yapılan araştırmalardan bahisle, Türkiye toplumu üzerine birtakım anektodlar ya da sonuçlar üretilmeye çalışılıyor. Halbuki Türk toplumunun ve Türkiye’nin kendine has özel şartları ve problemleri var. Yani uluslararası davranırken, ulusal bir bakış açısı içerisinde hareket edersek daha net çözümler bulabiliriz. Şimdi benim elimdeki araştırmada, 1996 yılında supermarket ve hipermarketler Türkiye’de 15,8 paya sahipmiş, şu anda %35’ler seviyesinde bir paya sahipler. Avrupa’da nasıl? diye baktığımız zaman, Avrupa’da da benzer bir seyir var.
Avrupa’da 1980 yılında perakende ticaretten bakkalların almış olduğu pay %26,6; 1999 yılma baktığımızda bu oran %5,2 seviyesine gerilemiş. Hani Avrupa’da 1970’h yıllarda düzenleme yapılmıştı? Niye düzelmedi? O zaman Avrupa’da bakkallar niye yok oldu? Bunun çözümünü hep beraberce tartışıp doğru bir platform üzerine oturtmamız gerekmez mi? Orada 1970’H yıllarda düzenleme yapılıyor ama 1999’a geldiğimizde, bakkallar yine yok oluyor %5,2 ye geliyor. Nüfus oranları açısından baktığımızda, Avrupa ülkeleri içerisinde nüfus başına en az süper ve hipermarketin yine ülkemizde olduğunu görüyoruz. Avrupa’da 1 milyon kişiye 142 supermarket düşüyor. Ülkemizde bu rakam 15, yaklaşık olarak Avrupa ortalamasının onda biri.
Yani kısaca bir problemi çözerken, önce bu problemin uluslararası boyutlarını, sonra ülke boyutlarını, sonra yerel boyutlarını birlikte ele almak gerektiğine inanıyorum yoksa temel ve köklü çözüm önerilerinin getirilebileceğine inanmıyorum. Birinci itiraz noktamız bu. Bunun için çok detaylı bir düşünce metodolojisine ihtiyaç var.
Madem Avrupa’daki denemelerden bahsediliyor, İngiltere örneğine bakıyorum yine. İngiltere denemiş, ticaret %20 geriye gelmiş. Ve ondan sonra, “biz hata yaptık, tekrardan nasıl düzeltebiliriz” diye uğraşmışlar. Bunu da şunun için söylüyorum; gerekli sayısal çoğunluğunuz varsa bir tasarıyı ya da bir kanunu çıkartması kolay ama onun tahribatlarını, problemlerini onarmak yıllar alır.
Bunun için bu noktada da çok ciddi bir şekilde düşünülmesi gerekiyor. Diğer bir husus, “şehir dışı tanımı; nedir, ne değildir?” bunu yapmak oldukça güç. Şöyle ki, Türkiye’deki ticaretin önemli bir kısmı İstanbul’da gerçekleşiyor. Şimdi bir kişi bana şöyle bir tarif yapabilir mi? İstanbul’da ben yeni bir hipermarket açmak istiyorum. 10 bin metrekare üzerinde bir hipermarketi açacağım yer neresi? Bunu net bir şekilde tarif edebilecek birisi var mı içimizde? Ben araştırdım, bulamadım. Yani Avrupa yakasında açmak istersem şehir; Silivri, Edirne, Tekirdağ sınırına dayanıyor.
Anadolu yakasında açmak istersem ise orada da şehir İzmit-Gebze ye dayanıyor. Anadolu belki şu anda tam anlamıyla gelişmediği için böyle yerler bulunabilir. Ama Türkiye ölçeğinde, İstanbul ölçeğinde baktığımız zaman, bunun da oldukça güç olduğunu görüyoruz. Yetkinin çeşitli kurulların ellerine teslim edilmesi konuşuluyor. Bu ülke ne çektiyse zaten artan bürokrasiden, rüşvetten ve yolsuzluklardan çekti,. Hepimizin bir anlamda yoksullaşmasının sebebi olan yolsuzluk, bu ellerde neşrinema buldu.
Türkiye’de bir kişinin eline bir yetki verdiğiniz zaman, onlardan nasıl ve ne şekilde izin alabileceğinizi hepimiz biliyoruz. Yeterli kanunlar var ama bu kanunları uygulayıcı pozisyondaki kişilere müracaat edildiğinde ne tür zorluklar çıkardıklarını da biliyoruz, hepimiz yaşıyoruz. Türkiye realitesinden hareket ettiğimiz zaman, Türkiye’deki otomobil sahipliğinin Avrupa ortalamasının çok altında bir seyir izlediğini görüyoruz» Yine eUmdeki araştırma sonuçlarına göre tüketicilerin %62’si marketlere yürüyerek gittiğini söylüyor.
Servis koyduğumuz zaman bunun bir maliyeti var. Dolayısıyla bunu karşıladığı zaman, az önceki konuşmacıların söylediği gibi, zarar pozisyonu artarak devam ediyor. Yine araştırma sonuçlarına göre tercih nedenlerinden bir tanesi, ucuz olmasından dolayı. İngiltere’de yapılan bir araştırmada perakendecilerin gerçekten ucuz olup olmadığı araştırılmış ve %7-10 arasında diğerlerine göre daha ucuz olduğu tespit edilmiş. Onların sağlamış olduğu satın alma miktarından kaynaklanan avantajları nasıl yok edeceksiniz? Küçük esnafın da küçülmesi nedenleri, perakende ve tüm sektördeki küçülmenin sebepleridir, bunlar herkes tarafından biliniyor zaten, yaşadığımız çok derin bir kriz var. Bu krizin neticeleri sonrasında herkes şikayet etmeye başladı yani eğer ekonomiyi düzeltirsek bu şikayetlerin de asgariye ineceğini düşünüyorum. Bunun için de yine böyle geniş bir bakış açısı gerektiği üzerinde hem fikiriz. Perakende sektörü, kayıt dışı ve enflasyonla mücadelede çok önemli bir araç.
Enflasyon oranlarının düşmesinde yaptığımız araştırmada, çok ciddi oranda perakende sektörünün büyük katkılar sağladığım gözlemledik. Perakendecilerin kâr marjı %3-5’leri geçmiyor. Yani çok bir kar marjıyla çalışılmıyor. Dolayısıyla enflasyonla mücadelede hükümetin temel politik ve ekonomik dengelerine çok ciddi bir şekilde katkı yapar durumda. Ayrıca oluşturduğu istihdam imkanları ile önemli bir iş kolu. Sektöre yapılan her 1500 dolarlık yatırım, bir kişiye ilave istihdam imkanı sağlıyor. Ve bunun sigortası var. Asgari ücretle çalışan bir işçinin 550-600 milyonlar seviyesinde bir maliyeti olduğunu unutmamak gerekiyor. Ayrıca ulusal sermaye olarak kabul edilen sermayenin daha da zor bir pozisyona geçebileceğini düşünüyorum. Şöyle ki, Türkiye ne zaman bir istikrar ortamı yakalamaya çalışsa, birazcık kendisine gelse sağına soluna konulan dinamitlerle bu ortam bozuluyor.
Bundan açıkçası yine endişe eder durumdayız. Çünkü bir bakıyorsunuz her şey yolunda giderken hiç olmadık yere, iç ve dış tahriklerle ya da bombalamalarla bu düzen bozuluyor. Bunun neticesinde, bozulan ekonomik düzen içerisinde, çok zorda kalan ulusal üreticiler ve perakendeciler ucuz fiyatlarla başkalarmm eline geçiyor. Kendi değerlerinin beşte biri, onda biri fiyatma bu ülkede yıllarca istihdam yaratarak yıllarca bütün her şeye göğüs gererek belli bir marka olmuş, belli bir firma konumunda Türkiye’nin göz bebeği haline gelmiş kurumların yok pahasına başkalarının eline geçmesine kim rıza gösterebilir? Ayrıca hijyen, tazelik, ucuzluk, kalite, çeşitlilik, hizmet anlayışı gibi nedenler tercih nedenleri arasında ön planda. Bu durum diğerlerinin aleyhine dezavantaj oluşturuyor. Organize olmadığını söylediğimiz sektör üzerinde, küçük esnafta olduğu gibi, perakendecinin de kendi içerisinde sorunları olacak. Şu kısa notlarımı da söyleyerek bitirmek istiyorum. Sayın başkan, sınırlama ayrı bir şey, düzenleme ayrı bir şey. Düzenlemeye varız ama sınırlama konusunda ciddi endişelerimiz var.
Taslağın geniş kapsamda yeniden ele alınması zarureti var. Bunun dışında dünya başka şeyleri konuşuyor, şu anda Bazel kriterleri dediğimiz bir dizi kriter ve düzenleme hayata geçirilmek üzere bütün dünya bunun üzerinde kafa yoruyor. Ama biz şu anda Avrupa’nın ve Amerika’nın terk ettiği konular üzerinde kafa yormakla meşgulüz. Bazel kriterlerinde futbol, basketbol oyun kuralları gibi ticaretin, üretimin ve markanın kurallarının çizilmesi söz konusu.
Türkiye’nin bunları ve bunlarla nasıl rekabet edebileceğini tartışması, dünya ile nasıl rekabet edebilmesi gerektiği üzerine kafa yorması gerekirken, biz bu konular üzerine kafa yoruyoruz. Evet düzenleme olması gerekiyor ama sınırlama, sektör üzerindeki baskı ya da prangaların olmaması gerektiği hususunda, aşağı yukarı bu salonda olan herkesin hemfikir olduğunu düşünüyorum.