- May, 03, 2016
- Ekonomi
- Nurullah Öztürk
Fitch Ratings’in 18 yıl aradan sonra Türkiye’nin uzun dönem yabancı para cinsinden notunu BB’den BBB-‘ye yükseltmesi, piyasaları heyecanlandırdı. Bu gelişmenin ardından perakende sektöründe yaşanan hareketliliğin daha da artması bekleniyor.
fitch2Stratejik, finansal ve emeğin değerlendirilmesi sonucu, ortaklıklar gerçekleşebiliyor.
“Neden ortak bulmalıyız? Nasıl ortak olmalıyız? Kiminle ortaklık kurmalıyız?” Bu sorunun cevabını işin uzmanlarına sorduk:
Birleşmiş Markalar Derneği Başkanı Yılmaz Yılmaz, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in Türkiye’yi yatırım yapılabilir ülke kategorisine almasının ardından 32 milyar dolarlık ilave yabancı yatırım beklendiğini vurgulayarak, “Milli gelirin üçte birini oluşturan perakende sektörüne 10 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım bekliyoruz” dedi.
Milli gelirin üçte birini perakendeye
Fitch’in kararından sonra Moody’s ve S&P’den de Türkiye ile ilgili pozitif yönde değerlendirme beklendiğine işaret eden Yılmaz, şunları söyledi:
“Fitch, Türkiye ekonomisinin daha dirençli bir kimliğe kavuştuğunu vurgulayarak, notumuzu yatırım yapılabilir ülke kategorisi olan BBB-’ye çıkardı. Türkiye’nin yıllardır alamadığı bu not doğrudan yatırımların artmasına neden olacaktır. Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek, not artışları sonrasında ülkelerin Gayrı Safi Milli Hasıla’larının (GSYH) yüzde 4’ü kadar küresel doğrudan yatırım çektiğini, Türkiye’nin de bu çerçevede 1-2 yıl sonra yaklaşık 32 milyar dolar ilave doğrudan yatırım çekebileceğini açıkladı. 2011 yılında 766 milyar dolar olan milli gelir içinde perakende sektörü harcamaları 250 milyar dolarlık bir paya sahip. Orantısal bir değerlendirme yapıldığında 32 milyar dolarlık ek yabancı yatırımın yaklaşık 10 milyar doları sektörümüze akacaktır. Bu da son yıllarda uluslar arası fonlarla ciddi evlilikler yapan Türk marklarında kısa zamanda önemli hareketliliklerin yaşanacağı anlamına geliyor.”
Türkiye’de gıda ürünleri dışı perakende sektörünün 2008 – Haziran 2012 arasında yüzde 11.3 büyüdüğünü bildiren, Yılmaz, giyim sektöründe ise ilk 10 markadan dokuzunun toplamda yüzde 14,5 gelişme gösterdiğini ifade etti.
Private equıty yatırımı alan 2 kat büyüyor
Yılmaz, aynı zaman diliminde Private Equity (PE – özel sermaye fonu) yatırımı alan Türk perakende şirketlerinin ise yüzde 26,6 ile neredeyse iki kat daha fazla büyüdüğüne dikkat çekti.
ABD’de 2002-2007 yılları arasında tüm şirketlerin ortalamada yüzde 6,1, PE yatırımı alan firmaların ise yüzde 10,8 büyüdüğünü anlatan Yılmaz, 1998-2008 arasında İngiltere’de de bu oranın yüzde 9,7’ye 14,4 olduğunu hatırlattı.
Yılmaz, hem Türk marklarının hem de dünyanın iki büyük ülkesindeki firmalara ilişkin verilerin PE yatırımlarının sağladığı katkıyı tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdiğini ifade ederek, şunları söyledi:
“Türk markaları olarak önümüze global oyuncu olmak gibi bir hedef koyuyorsak, bu gibi yatırımlara kapımızı sonuna kadar açmak durumundayız. Küçük olsun bizim olsun anlayışına sığınamayız. Bugün Tommy Hilfiger,’ın, Louis Vuitton’un, Zara’nın, Pierre Cardin’in sahibini ya da hisselerinin kimin elinde olduğunu bilmiyor, merak da etmiyoruz. Ancak bu markaların ABD’nin, Fransa’nın, İspanya’nın en büyük markaları olduğuna hiç birimiz şüphe etmiyoruz.”
Yılmaz, Fitch’in açıklamalarının ardından dolar kurunun 1.80’in altına gerilediğine dikkat çekerek, “Bizler kur yükseldiğinde dolarla kiralamaya karşı çıkmış, kazancımız TL ise giderlerimiz de TL olsun demiştik. Şimdi doların düşmesine rağmen biz yine o günkü bakış açımızı koruyoruz. En azından ‘dolar ya da euro ile kiralama yaparım TL ile kiralama yapmam’ tabusunun yıkılması gerekiyor. Çünkü bu kurumların zarar etmesine neden oluyor. İsteyen TL, isteyen döviz ile kiralama yapsın. Ekonomimizi dolarizasyondan kurtarmamız gerekiyor” dedi.
Türkiye’nin 766 milyar dolarlık milli gelirinde perakendenin 250 milyar dolarlık paya sahip olduğunu vurgulayan Yılmaz, “Orantısal bir değerlendirme yapıldığında 32 milyar dolarlık ek yabancı yatırımın üçte biri olan yaklaşık 10 milyar dolarının sektörümüze akmasını bekliyoruz. Bu da son yıllarda uluslar arası fonlarla ciddi evlilikler yapan Türk perakende sektöründe kısa zamanda önemli hareketliliklere neden olacak” dedi.
LVMH Moët Hennessy – Louis Vuitton Grubu şirketlerinden olan L Capital Yatırım Direktörü Andrea Bertoncello, Türkiye geleceğin kilit ülkesi” dedi ve ekledi:
“Gelecek için kilit ülkelerden biri Türkiye. Ülkenizi dünya çapında çok önemli bir nokta olarak değerlendiriyorum. Türkiye’nin diğer ülkelere göre avantajları aslında çok açık. Sağlam ve güçlü bir yapınız var. Temelleriniz de çok dayanıklı. Yurt içindeki talepler de gayet iyi. Dikkat çekici bir demografik yapıya sahipsiniz. Bunlar yabancı yatırımcılar için çok önemli unsurlar. Tabi bunların yanı sıra Türkiye’deki şirketlerle çalışmanın zor yanları da yok değil. Türkiye’de ne kadar başarılı girişimci olursanız olun kullandığınız metotların uluslar arası standartlarda olması gerekiyor. Bu önemli bir unsur. Türkiye’deki perakende sektörünün geleceğini değerlendirmek gerekirse… Gerçekten de büyümeye açık bir sektörünüz var. Orta ve uzun vadede hızlı bir gelişim göstermeye devam edeceksiniz. Yurtdışındaki şirketler, fonlar da bu potansiyelin farkındalar. Aynı şekilde sizler işinizin konsolidasyonuna da odaklanmalısınız. Rakamlarınızı konsolide etmelisiniz. Buna ihtiyacınız var.”
Halka arzlar yeni bir ortaklık yapısı haline gelebilir
Goldman Sachs Intl. Yatırım Bankacılığı Türkiye Müdürü Çağlayan Çetin, şu açıklamada bulundu:
“Satış sürecinde satan şirketin objektifleri çok önemli. Onların beklentilerine göre ortaklık gerçekleşiyor. Türkiye’de perakende sektöründeki şirketlerden çok azı halka açık. Önümüzdeki senelerde halka arzlar da bir ortaklık yapısı haline gelecek. Satış yapan şirket sadece kapital merkezli düşünüyorsa kontrollü satış gerçekleştirmeli. Kontrollü satış yüzde 30 daha fazla primli oluyor.
10-12 sene önce EBITDA’nın ne olduğunu çok az insan biliyordu. Biz şirketlere bunu öğrettik. Ama artık Türkiye’de orta ölçekli şirketler bile artık EBITDA’yı öğrendi. Türkiye, 2050 yılında Avrupa’nın en büyük 2. Ekonomisi olacak.”
Ortaklıklar markaların hayatını uzatıyor
Mavi Genel Müdürü Cüneyt Yavuz, şunları söyledi:
“Şirketler ortaklık sürecinden sonra ikinci bir satış daha yapabilirler. Bana göre ortaklıklar markaların hayatını uzatıyor. Mavi olarak biz geçtiğimiz 4 yılda yüzde 33’lük bir büyüme sergiledik. Ortaklık sürecinin bir diğer önemli noktası da ikinci satışlar. Şirketler 4-5 sene sonra ikinci bir satış süreci daha yaşayabilirler. Bunun için birinci süreç çok önem taşıyor. Ortaklıktan sonra baba Sait Akarlar bir kenara çekildi. Genç nesil öne geçti. En çok sıkıntı daha çok organizasyon yapısını kurarken oluştu. İşin felsefesinde çok büyük tartışmalar çıktı. H&M’in CEO’su satış sürecimizde ombudsman oldu. Kendisi bize bilirkişilik yaptı. Son 4 senedir yönetim kurulumuzda bir tane bilirkişimiz bulunuyor.”
Silk&Cashmere Yönetim Kurulu Başkanı Genel Müdürü Ayşen Zamanpur, “Bu ortaklılklar, zayıflık nedeni değil, büyümeye karşı bir güç gösterisidir. Ben olaya tamamıyle güçbirliği olarak bakıyorum. Firmamız Silk&Cashmere’nin gerçekleştirdiği ortaklıktan sonra geleceğe güvenle bakıyoruz. Daha çok rapor hazırlıyoruz. Süzme raporlarla şirketi yönetiyoruz” dedi.
Tekin Acar Kozmetik Yönetim Kurulu Başkanı Tekin Acar, “Şirketlerin kendi karlarıyla yeni yatırımlar yaparak büyümesi çok zor. Bizde kendi sektörümüzde Pazar liderliğini hedeflemiştik. Ortaklık yapmamızın amacı sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirmektir. Ortaklıklardan çok şey öğrendik. Sürekli bağımsız denetimden geçiyoruz. Sağlıklı yönetim kurulu yapısı oluşturduk. Ben olmasamda işler yürüyor. Sürdürülebilir yönetim kurulumuz, önemli çalışmalar yapıyor” dedi.
Markafoni Yönetim Kurulu Üyesi Tolga Tatari, “Gerçekleşen evlilik sonucunda global bir yapı oluşturduk. Türkiye ve yurt dışında birlikte yatırım yapıyoruz. Yabancı ortağımız bize büyüyüp gelişmemiz aşamasında karışmıyor” dedi.
Penti Yönetim Kurulu Başkanı Sami Kariyo, “Amacımız marka ve firmamızın değerini 4-5 yılda 2 misline çıkarmaktı. Birkaç yıldır firmamda 2 misli tempoda çalışıyorum. Ortaklığı açıkladığımız gün çalışanalrıma herşeyin farklı olduğunu söyledim. Ben de artık bir anlamda profesyonel çalışandım” dedi.
Perakende sektörü çıkış yolu arıyor
Hatipoğlu CEO’su Nurullah Öztürk, konu hakkında şunları söyledi:
“Tüm gelişmiş ekonomilerin çok güçlü markaları, sektörleri ve arkalarında güçlü devletleri vardır.
Güçlü devletlerin de, kurumsal, kısa orta ve uzun vadeli projeksiyonları, genetik olarak kuşaktan kuşağa nakledilen global hayal ve hedefleri vardır.
Çağlar boyunca egemenlik iki şekilde el değiştirmiştir. Birincisi, ticaret ve perakende yoluyla, ikincisi de silah yoluyla.
Aslında silahlı egemenliğin sponsoru da birinci yoldur.
Bir ülkede yaşanan krizin derinliğini anlamak için en temel barometre perakende sektörüdür. Nitekim 2008’den bu yana ABD ve AB merkezli olarak yaşanan finansal kaynaklı krize perakende sektörü açısından baktığımızda ekonomik derinliği olan İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerde şimdilik ciddi bir hasar olmamakla beraber, birliğin içinde yer alan Greece, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, İrlanda ve Belçika gibi ülkelerde hem finansal, hem de reel (perakende ) krizi yaşandığını görüyoruz.
Bu süreçte ülkemiz 11. 9’luk bir nominal değer artışı ile AB ülkeleri içerisinde en çok büyüyen pazar durumundadır.
Bu büyümeye karşın Türkiye pazarı da rahat değildir. Nedeni ise, bir çok yerel firma ve global oyuncunun bulunduğu pazarda ‘karsızlık’ sorununa çare bulunamayışıdır.
Bir ülkede en stratejik sektörlerin başında gelen perakende de, eğer hiç yerli bir markanız yok ise pazar ve pazar düzenlemesi yabancı oyuncuların tekeline ve insafına kalmışsa o ülkede ticaretin kıyameti yakındır.
Bu noktadan hareketle perakende sektörünün önünde iki çıkış yolu vardır; Ya devlet sektörün regülasyonuna öncülük edecek ya da tıpkı AB ülkelerinde örneklerine şahit olduğumuz gibi EDEKA, REWE vb. gibi bir anlamda kooperatifi andıran fakat onun çok daha ötesinde ve daha organize bir yönetim ve marka birlikteliğine ihtiyaç vardır.
Bu noktada en önemli ihtiyaç olan finansal kaynak sorunu da ya devletin öncülüğünde ya da kontrolünde yatırım fonları, prıvate equity gibi finansal kurumlardan temin edilebilir.
Son dönemde yeni rotasını arayan finansal yatırımcılar için Türkiye FITCH’in döviz cinsinden yatırım yapılabilir ülke açıklaması sonrası bir kez daha dümenlerini çevireceği ülke olacaktır.
Dünyanın her tarafına yayıldıktan sonra en son Türkiye limanına uğrayan körfez sermayesi için de şu an Türkiye dışında sığınacak bir liman kalmamıştır.
Gıda dışı perakende özellikle tekstil, ayakkabı, mobilya başta olmak üzere birçok oyuncu körfez yatırımcıları ile ortaklığa giderek yeni bir çıkış yolu hazırlamaya koyulmuşlardır. Şimdi sırada gıda perakendesi vardır. Gıdacılar da ne yapıp edip kendi aralarında yeni ve büyük bir marka etrafında birleşmeyi ve büyümeyi ateşleyecek finansal bir kaynağı yanlarına alarak yola devam etmeyi başarmalılardır. Bu konuda şu ana kadar yapılan çalışmaların kısa sürede olumlu neticeleneceğini umuyor ve daha güçlü ve ulusal bir perakende sektörü beklentimizi diri tutmaya devam ediyoruz.”
YASED: Türkiye başarıyı pekiştirecek adımlar atmalı
YASED, Türkiye’nin hem borçluluk hem de diğer makro ekonomik veriler bağlamında, diğer ‘yatırım yapılabilir’ seviyesindeki ülkelerden daha iyi bir konumda bulunduğu vurgulandı. Açıklamada, “Ekonominin doğru ve etkin şekilde yönetimi, Türkiye’nin risk primini düşürmüştür. Türkiye, geçmiş yıllarda gerçekleştirmiş olduğu yapısal reformlar, finansal sektördeki güçlü ve likit yapısı ve sürekli iyileşen makroekonomik göstergeleri sebebiyle, global kriz sürecini pek çok ülkeye göre daha kolay ve hızlı atlatmıştır” denildi.
YASED, Orta Vadeli Program paralelinde, %3,5’lik büyüme ve yılsonu yaklaşık 60 milyar dolarlık cari açık beklentisi bulunduğuna dikkati çekerek şunları kaydetti: “Ancak cari açığın önümüzdeki dönemlerde daha aşağı inmesi ve aynı zamanda sürdürülebilir oranda bir büyümenin devamı için yatırım ortamının iyileştirilmesi, istikrar ortamının korunması, yapısal reformların devamı ve katma değerli üretim ve yatırımların artırılması büyük önem taşımaktadır. Bu yöndeki olumlu bir trend hiç şüphesiz, artan kredi notumuz ile birlikte Türkiye’ye olan portföy ve büyük ölçekli doğrudan stratejik yatırımları önümüzdeki dönemde hızla artıracaktır.”