TÜKENİŞ
Türkiye tüm potansiyeline ve mal varlığına karşın bir çok alanda ‘varlık içinde yokluk’ yaşıyor. Bazı alanlarda yokluk sınırı da aşılarak sefalet sınırına varıldı.
Kısa sürede sonuç alındığı için spordaki sefalet ve tükeniş diğer alanlara göre çıplak gözle de anlaşılabiliyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kısıtlı imkanların çok küçük bir grubun elinde olması nedeniyle ülke her türlü başarının uzağındaydı. Zamanın ruhuna göre bu durum biraz da kanıksanmıştı.
Gelişen ve değişen şartlar içerisinde sermaye ve imkanlar genişleyince başarı da gelişmeye başladı. Toplum ‘ fasit daire aşıldı’ hissine kapılmaya kendine güvenmeye ve daha büyük hedefler belirlemeye başladı…
Yaşanan fiili durum sonucu bunun bir yanılsama olduğu anlaşıldı…
Tek kanatla uçuş mümkün olmadığı gibi tek kişi ile ya da münhasır bir alanda gelişim de mümkün değildir.
Bir toplum ya da ülkede gelişim ve değişimin kalıcı ve gerçek olup olmadığını anlamanın kuralı çok yalındır : o ülkede sanat , spor ,siyaset , ekonomi ,kültür hasılı medeniyet araç gereçlerinin tamamında bir gelişim, büyüme ,markalaşma ve uluslar arası bir boyuta geçiş sağlanmışsa kalıcı ve gerçek bir büyüklükten söz edilebilir.
Gelişim ve değişim bütünsellik arz eder ve o toplumun tüm bireylerinin hissediş ve ortak paydası ile oluşur…
Eğer bir toplumda imkanların artmasına rağmen insanları ve kurumları arasından hala uluslar arası markalar çıkamıyorsa orada son derece yanlış ve hastalıklı bir yapı var demektir.
Türk sporunun son dönemde yaşadığı hastalığın adını ‘ tükeniş sendromu ‘ olarak ifade edebiliriz.
BU HAL NE HAL…
Türk futbolu 1990’lı yılların sonunda Piontek’in aktardığı bilgi birikimi ile 2000’li yılların başında dünya üçüncülüğüne kadar yükselen bir grafik çizildi. Bu başarı ‘hoyrat ve savurganca’ kullanıldı.
Bilginin derinliğine ve devamlılığına itibar edilmedi. Birikime bakan eden olmadı ,birikim de bitti…
Dünya klasmanının ilk onundan son onuna demir attık.
Türkiye’de futbol da tükendi ,biz de tükendik…
Normal koşullar altında bir toplum zaman yolculuğunda biriktirdiklerini kendisinden sonraki nesillere miras olarak aktarır. Bu bir sonraki neslin işini kolaylaştırır ya da zorlaştırır.
Zamanda yolculuğumuzu ‘kurumsallaştırılmış bir başarısızlık istisna kılınan başarı’ ile sürdürüyoruz.
İnsan faktörünü ‘ ehliyet ve emniyet’i inkar ettik , yeterli ve yetenekli insanların çok zor işlerin üstesinden başkalarına göre kolayca gelmesini ; işin kolay olduğuna yorumladık.
Ya da ,yeterli ve yetenekli insanların elini kolunu bağlayarak adeta , ‘ yap bakalım görelim’ dedik….
Türk sporu ve futbolunun dümenini beşinci sınıf insanlara emanet ettik.
Bize bırakılan mirası tüketerek büyüdüğümüzü geliştiğimizi düşündük. Birlik ve beraberlik ‘ ortak vizyon’ ve adanmışlık olmadan da olabileceğini zannettik.
Doğrudan ,adaletten , hak ve haklıdan yana değil güçlüden yana olduk.
Türk milli takımı 2018 yolunda yaptığı kazalar sonucu aldığı hasarla menzile varmakta oldukça zorlanacak .Hatta bu şartlarda imkansız gibi gözüküyor.
Yolun henüz başındayken tüm tedbirler alınmalı ki ,bir kez daha hayal kırıklığı yaşamayalım…