Yazmak da Zor Yaşamak da…

Ülkenin tek tek, bin bir zorlukla elde ettiği kazanımlarının topluca iade edildiği ve edileceği bir ortama doğru sürüklenirken, futboldan daha büyük ‘ayak oyunları’ oynanırken futboldan bahsetmenin ne önemi kalır ki?

Ünlü yazar G. Flaubert insan olmanın yükümlülüklerinin zorluğu karşısında; ”Bir daha dünyaya gelirsem bir karabatak ördeği olmak isterim; çünkü ne bir beklentisi ne de kendisinden beklenen bir şey var” der.

Bizim yaşadığımız coğrafyada yaşamak ,yaşatmak ve yazmak zordu; şimdi daha da zor oldu.

Etrafımızı kuşatan nihilist dalga ve duygular inancımızın sağlam ve sarsılmaz temelleri sayesinde içimize tam olarak nüfuz edemese de yaşama tutkumuzu törpülediği inkar edilemez bir gerçektir.

Olan biteni bazen ham bazen de sansüre uğramış bir film izler gibi izliyoruz. Doğada olan biten her şeyin olmamış sayılamayacağını da biliyoruz.

Bütün bu oldu bittiler karşısında insanoğlunun yaşama dört elle sarılmak ve mücadele etmekten başka bir çaresi de yoktur.

İnsan çaresizliğin içerisinde üretebildiği çare kadar yaşama anlam katar ve yaşamını anlamlı kılar.

Her insanın yaşamını anlamlı kılan anlar, insanlar ve tutkular vardır…

Yaşam da zaten bunlarla daha bir anlam kazanır.

Hepimizin tutkuları, tutuldukları ve tutundukları vardır, yoksa da olmalıdır.

Bazımızın ‘kurşun yüklü zamanlar’ dediği anlar vardır.

Zamanın o anlarında yaşam da yaşamak da daha bir zordur. Yorulursun yaşamaktan, bıkarsın…

Çünkü artık yaşam çoktan bir ”Sisyphus hikayesi’‘ne dönüşmüş ve hepimize yükümüz bölüştürülmüştür.

Bu zorluklar karşısında insan tutunacak bir dal, bir dost, yaşama sarılacak anlam katacak bir şeyler arar.

Gözlerimizi uzun süre ufuk çizgisinden ayıramayız. İyi bir haber duymak isteriz, Hızır yetişsin isteriz…

”Zafer kazananın barışı yitireceği bir varoluş savaşında en çok da ‘araftakilerin’ örselendiği, acı çektiği ve çığlığının karşılık bulmadığı bir süreçtir bu yaşadığımız.”

Rahmetli Ömer Lütfi Mete‘nin dizelerinde dile geldiği gibi

”Civan hazır

Divan hazır

Ferman hazır

Kurban hazır

uçurumun kenarındayım Hızır

Başım döner,beynim bulanır

..

Topuklarım boşluğun avucunda

..

Dikildim parmaklarımın ucunda

Bir gamzelik rüzgar yetecek

Ha itti beni ,ha itecek

Uçurumun kenarındayım Hızır

Ben fakir

En hakir

Bin taksir

Ateşten

Kalleşten

Mızrakla gürzden

Dabbetülarz’dan

Deccal’dan yedi düvelden

Korku nedir bilmeyen ben

nutkum tutuluyor,ürperiyorum

Saniyeler gözlerimde birer can

Her saniyede bir can veriyorum ”

Ülkenin  tek tek bin bir zorlukla elde ettiği kazanımlarının topluca iade edildiği ve edileceği bir ortama doğru sürüklenirken futboldan daha büyük ‘ayak oyunları’ oynanırken, futboldan bahsetmenin ne önemi kalır ki?

Bütün değer verdiklerinizin, değerlerinizin hercü merc olduğu, kuşatıldığı bir ortamda siz ne söylerseniz söyleyin bir anlamı ve önemi de olmayacaktır.

Böyle bir ortamda ‘tiyatroya dönen futbol’dan bahsetmek de idare-i maslahatçılık olur.

Ben de böyle  bir idare-i maslahatçı  değilim…

Fakat bütün bu olan bitene karşın Albert Camus‘un belirttiği gibi ‘‘İnsan, anlamsızlığına ve tüm baskılara karşın yaşamı yenmek zorundadır”

Başkalarının cenneti olan bizim cehennemimiz olsa bile biz de kendi cennetimizi inşa etmeyi bilmeli ve becermeliyiz…

NURULLAH ÖZTÜRK / ROTAHABER