- Eki, 08, 2013
- Kitap ve Yayinlar, Spor
- Nurullah Öztürk
Türkiye’de yaşamanın akıl ve kalp sağlığına ciddi tahribatlar yaptığını herkes biliyor.
Bu zorluğun herkes açısından farklı nedenleri var. Önceleri bu zorluk sadece marjinal uçlarda mevcuttu, bugün merkezi de kuşatmış durumda…
Ülkenin derin ve kadim sorunlarına rağmen, yürütülen çaba ve tartışmalar muhatapların kendilerine bile çare olmaktan uzak.
Zaten karar mercilerinin çözüme yönelik ciddi bir hamlesi de irade beyanı da yok.
Oyalama ve oyalanma ile rant sağlama düzeni, hâkim düzen olarak tıkır tıkır işliyor…
Türkiye’nin medeniyet yarışında geri düştüğünden bu yana, uzak ara da olsa, düşe kalka öndekileri takip etmeye çalıştığını görüyoruz. Bu durum, öndekilerin daha önce yaşayıp arşive kaldırdıkları soru ve sorunlarla da daha geç yüzleşmemize sebep oluyor tabii ki.
Örneğin futbolu ele alalım; ilk yükseliş dönemlerinde futbol “diktatörlerin oyuncağı” olarak kitlelerin uyutulmasında afyon niyetine kullanılmış; Fado, Fiesta ve Futbol kısaca üç F, dönemin ruhuna uygun olarak iyi iş görmüş…
Türkiye, önden gidenleri gerilerden işine geldiği gibi takip eden bir ülke olarak, onların yaşadığı süreçleri şimdi yaşamaya devam ediyor.
Bu nedenle de Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasinin var olduğundan bahsedilemeyeceği gibi, gerçek bir futbol ve futbol ortamının varlığından bahsetmek de oldukça güçtür.
Türk futbol tarihinde kirlenmenin zirve yaptığı bir dönemde 3 Temmuz’u milat olarak görmek ve bilmek isterdik. Başaramadık, olmadı…
Kurulu düzenin temsilcilerinin “ŞER”de nasıl da bir ve beraber olduklarını hissediyor, biliyorduk bu vesile ile bir kez de gözlerimizle gördük, kulaklarımızla duyduk…
Bu süreç belki de önümüzdeki dönemlerde sanatçı ve yazarlara, trajikomik bir film, ya da kitap konusu olarak ilham verecektir.
Nasıl olmasın ki;
Süreç yaşanırken siyasi müdahalenin her türlüsüne tanık olduk, medya manipülasyonları ile baş dönmesi ve mide bulantısı yaşadık…
Yalanlar gerçek, gerçekler yalan oldu. Bazılarının uzmanlık alanı olan bir konuda kendilerini aşarak UEFA nezdinde de başarılı olduklarını gördük.
Finali de, kendi takımını batıran ve kaçacak yer arayanları ülke futbolunun başına taç diye giydirerek yaptık.
Şimdi bu soruyu bir kez daha önce kendime sonra da herkese soruyorum: Ekonomisi ve yönetenleri hâlâ kayıtdışı olan, şehit cenazelerinin normal, her hafta tüm takımların maçlara çıkarken siyah bant takması gelenekselleşen, medyada en çok söz hakkının şikeseverlerde olduğu, şike sözcüsü olarak her kanala serpiştirildiği, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözünü hatırlatanlara bile kötü gözle bakıldığı, gücün adaletinin hâkim olduğu bir yerde demokrasiden de futboldan da söz edilebilir mi, edilirse de bunun ne kadarı sahaya yansır.
Neden Edirne’den ötesinde esamimiz okunmuyor. Ve neden çağdaş demokrasilerde olmayan şeyler hep bizde oluyor da, olanlar olmuyor…
Bu nedenle acilen futbolun normalleşmesi gerekiyor ki, toplum da normalleşsin.
Quaresma
Oynadığın, yaptığın ve yapmadıklarınla seni en çok eleştirenlerden biri de bendim. Sana yapılanları görünce de en çok savunan biri hâline dönüştüm.
Q7, birçok kişi benzer nedenlerle sana destek oldu, olmaya da devam ediyor; çık bize işin gerçeğini anlat, kim ne yapmak istiyor, sen ne yapmak istiyorsun…
Bu takımın başındakiler bilmese, fark etmese de, bu takımın sana çok ihtiyacı var. Senin de oynamaya ve takıma…
Haydi, kır zincirleri, en iyi yaptığın şeyi yap ve yine sevindir bizleri…
Belki heykelini dikemeyiz ama bu takımın ölümsüzler listesine adını kazıyabiliriz.
Haydi, bitsin bu hasretlik oğlum, gel hep beraber sevinelim…
Doğum günün kutlu olsun QUARESMA…