- Eki, 08, 2013
- Kitap ve Yayinlar, Spor
- Nurullah Öztürk
Futbolun endüstriyelleşme süreciyle birlikte ruh güzelliği her geçen gün biraz daha azaldı. İşin içine bir de şike dâhil olunca, o güzelim dünya büsbütün kötülerin cirit attığı bir mecraya dönüştü.
Yıllarca, şikenin Türk futbolunun ispatlanamaz bir gerçeği, teşvik priminin ise normal bir vaka olduğu topluma kabullendirilmişti.
Süreç içerisinde toplum gündemine düşen birçok şike vakası, yapanların yanına kâr kaldı, örtbas edildi, hiçbir şey olmamış gibi; yapanlara güç verdi, cesaretlerini arttırdı.
Bu konuda o kadar ileri gittiler ki; Al Pacino’nun Kirli Para filminde söylediği gibi “Bunun para ile ilgisi yok… Bunun oyunla ilgisi yok… Bu, yaşadığımızı hissetmek için ne kadar risk alabileceğimizle ilgili” noktasına vardılar.
Umuda yolculuk var
Türkiye’de futbola gönül vermiş gerçek futbolseverler, ilk defa bu kadar ciddi bir şekilde şike gerçeğinin üzerine gidilmiş olmasını umutla, sonrasında yaşanan süreci ibretle; fanatizmin kör ve sağır ettikleri de öfkeyle karşıladılar.
Kaderi yazı-turalarla çizilenler, kimin kimi aldattığını pek umursamazken, toplumda haram-helal çizgisinin de kaybolmaya yüz tutmuş olması başka bir felakete kapı aralıyor.
Emniyet teşkilatı son dönemde yaptığı başarılı çalışmalara bir yenisini, ama en önemlilerinden birini ekleyerek, ‘alın size belge’ deyince; bu ülkede ar damarı çatlağının ne kadar geniş bir alana nüfuz etmiş olduğunu müşahede ettik.
Futbolun karanlık odaklarını gün yüzüne çıkarttıkları için teşekkür borçlu olduğumuz insanlar, bazıları tarafından kötü adam muamelesi görseler de, halk nezdindeki itibar ve güvenleri daha da yükseldi.
Küresel futboldaki şike gerçeğini araştırmak için Çin’den Singapur’a, Gana’dan Uganda’ya, Almanya’dan Belçika’ya, Rusya’dan İran’a, Türkiye’den İtalya’ya; neredeyse dünyada gitmediği yer kalmayan, şike hakkında ciddi bir araştırma yayınlayan Declan Hill oldukça ilginç bir alıntıyla bitirtmiş kitabını:
“Kölelik karşıtı İngiliz avukat William Wilberforce 1789 yılında tüm köle sahiplerine insan tüccarlarının köleleri nasıl kötü muameleye maruz bıraktıkları konusunda üç buçuk saatlik uzun bir konuşma yaptı.
Ve bu konuşmasını şu sözlerle bitirdi: ‘Tüm bunları duyduktan sonra başka bir tarafa bakıp görmezden gelmeyi seçebilirsiniz, ama artık asla neler olduğunu bilmediğinizi söyleyemezsiniz.’”Declan geçen ay şike konusunda düzenlenen bir konferans için Türkiye’ye geldiğinde, çok önemli tesbitlerde bulundu.
Medyamızda “METRİS MEKTUPÇUSU”nun mektuplarının onda biri kadar ilgi ve alaka görmedi ne yazık ki.
Declan Hill, en son katıldığı PLAY GAME (oyununu oyna) isimli uluslar arası konferansta da Türkiye, İtalya, vb. ülkelerde futbolun mafya tarafından yönetildiğinin altını kalın kalemle bir kez daha çizdi. Şikenin mimarları ve çırakları eliyle; şike, teşvik ve tehdit cehenneminin merkezinde konumlanan Türk futbolunda, pisliğin üstünün örtülmesi gayretlerine rağmen, “temiz futbol” umudu ve beklentilerimizi korumaya devam ediyoruz…
İkiyüzlülük ve yüzsüzlük birarada
Başkanı, yardımcıları, finans müdürü, teknik ekibi, kulüp yöneticilerinin birçoğu Metris’te, basketbol şubesi sorumlusundan, tercümanına futbolcusundan, malzemecisine varıncaya kadar neredeyse üçte ikisi şike sorgusuna çağrılmış bir takım düşünün: ortada hiçbir şey yokmuş gibi pişkinliklerine, umursamazlıklarına, utanma ve arlanma duygularının ortadan kalkmış olmasına şaşırmamak ve şapka çıkarmamak mümkün mü?
Ayrıca bu işler bugünün işleri de değil. Bu şahısların iş yapış biçimleri dün de böyleydi, bugün de böyle…
Belki yarın da böyle olmaya devam edecek…
Ustalık döneminde yaşanan tsunami
3 temmuza kadar, her şey “METRİS MEKTUPÇUSU”nun hayallerindeki gibiydi. Eğlence mekânlarında verdiği talimatları kusursuz uygulayan kukla federasyon devrildi, yerine kendisinin onay verdiği, bir kısmı şu an koğuş arkadaşı olan emir erleri atandı.
Ustalık döneminde tesadüfe yer yoktu… Öyle de oldu…
İşlerin hakemler üzerinden kotarılmasının çok speküle edilmesi, can sıkıcıydı.
Bir “Ferrari” ile hızlı ve ustaca yolu açmak mümkündü. Ne de olsa dönem ustalık dönemiydi… Nitekim şampiyonluğa giden yolu da, bir “Ferrari” açtı.
“Camiamızın adı sizler yüzünden lekelendi, biz böyle bir şampiyonluğa muhtaç değiliz” tepkisi beklenirken, sahte bir kahraman yaratma çabaları işi daha da trajikomik bir hale getirdi.
Futbolun ölümü
Futbolun patronu Platini kısa süre önce yaptığı açıklamada, futbolun başına bela olan bahis, iddia, teşvik ve şike virüslerinin bünyeden atılamadığı takdirde futbolun ölümünün yakın olduğunu beyan etti.
Bu nedenle de tavizsiz, cesur olmaları gerektiği gerçeğine vurgu yaptı.
Portekiz’de No Calor’da Noite (Gecenin Sıcağı) adlı bir genelevde çalışırken Porto kulübünün sahibi Jorge Nuno Pinto ile tanışıp altı yıl onunla birlikte yaşayan Salgado isimli kadın, Portekiz futbol dünyası hakkında şunları söylüyordu: “No Calor’da Noite’da gördüklerim ve tecrübe ettiklerimle futbol dünyasını karşılaştırdığımda, genelev yaşamı günlük bakım merkezine benzer.”
Fenerbahçe’yi kurtarmak adına futbolun tüm ayarlarıyla oynayıp ülkeyi tam bir üçüncü sınıf konumuna düşürenler, işte en çok acınası duruma düşenler, onlar oldu.
En azından dik durmayı becerebilselerdi, bu temizliği yapabilselerdi,
Eşit ve adil rekabet şartları sonrasında Türk futbolunun önü ardına kadar açılacaktı.
Yazık, çok büyük bir fırsat kaçtı…