- Eki, 08, 2013
- Kitap ve Yayinlar, Spor
- Nurullah Öztürk
Türk futbolunun geçmiş ve gelecek seyrine baktığımızda, iyi hatıralar ve umutlu bir gelecek perspektifinden bahsetmek imkânsız.
Afganistan, Irak ve Ortadoğu’daki hedeflerini gerçekleştirmek için “her yol mubah anlayışı” ile hareket eden ABD’nin, bu hedeflere varmak için kullandığı araç ve yöntemlerin anlatıldığı Yalanlar Üstüne filminde anlatılanlar, kullanılan metotlar aynı zamanda bir Türk futbolu gerçeği ve senaryosudur.
Kendi askerlerinin kaldığı İncirlik Üssü’nü bombalayıp, bunu masum bir insanın üzerine atan ABD’nin planları ile bazılarının Türk futbolu üzerine yaptıkları operasyonlar birbiriyle ne kadar da örtüşmektedir.
Mekân ve kişileri değiştirdiğinizde, film sanki Türk futbol gerçeğine ayna tutmaktadır.
Sanal ortamda üretilen başarılarla milyon dolarların üstüne oturanlar, onlarla başa çıkmak için milyon dolarlar harcayanların ülke futbolunu getirdikleri nokta hem ekonomik hem de ahlaki olarak İFLASTIR.
Ülke ekonomisinin can damarı olan KOBİ’lere göz açtırmayan Maliye, büyük ölçekli firmaların, futbol kulüplerinin kapısından da en azından yılda bir kez girmiş olsaydı, bugün ne bu kadar zam yapmaya gerek kalırdı, ne de futbol endüstrisi bu denli bir bataklığa dönüşürdü. İstenirse geride kalanları kurtarmak ve kayıpları azaltmak adına çok şey yapılabilir.
Ülke ekonomisi ve futbolunu yöneten iktidar erkine şu soruyu sormak şart oldu:
Futbolda milyar dolara varan gelirlere rağmen, kulüplerin ekonomik ve ahlaki bataklığa dönüşmesi sizi ne kadar ilgilendiriyor?
Avrupa’nın 6. büyük futbol ekonomisi ama sıralamada otuz ile kırkıncı sıralarda. Uluslararası başarısı sıfır.
Türk futbolu “Yalanlar Üstünde” daha ne kadar oturacak?
Hukuk ve adalet sisteminin ayarlarıyla oynarken teraziyi kırdınız.
Sadece teraziyi değil, mağrur, insanları tahkir ve tehdit edenlerden mağdur yaratmaya çalışarak; tarafsızca, gönülden seven, gönül veren milyonların gönlünü de kırdınız aynı zamanda…
Haberiniz olsun…
“Ben bu işin sahada kazanılmadığını öğrendim” anlayışındakilerin kendi taraftarları için yarattıkları sahte cennet, Türk futbolunun cehennemi olmuştur.
Hasan el Sabbah’ın , Alamut Kalesi’ndeki müritlerine dönüştürülen futbol fanatiklerinin sloganı “Şampiyonluk gelsin de, ne şekilde gelirse gelsin kabulüm, bunu getiren de makbulümdür” olunca, bu son kaçınılmaz olmuştur.
Türk futbolunda çok büyük bir temizlik ve arınma fırsatı kaçtı, kaçıyor…
Tarihin en büyük şike davasının görüldüğü eş zamanda devam eden ligde, bir takımın zorlanmaya başladığı her maçında rakibinin eksik bırakılması ya da penaltılar hediye edilmesi, şike davasının sus payı değilse nedir?
“Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam, onu futbola borçluyum” diyen Albert Camus bugünlere ve Türk futbolunda yaşanan sürece tanık olsaydı ne derdi acaba…
2004-2005 sezonunda Beşiktaş’ın yükselişini önlemek için Beşiktaş’a operasyon yapanlar, ne büyük bir tevafuk ki, o dönem Beşiktaş başkanlığı yolunu açtıkları kişiye bugün de TFF başkanlığı koltuğunu teslim ederek adeta “Beşiktaş’ta başardın(!), şimdi sıra Türk futbolunda” demişlerdir.
Evet, başardılar…
***
Sayın Kültür Bakanımıza teşekkürler
İnönü Stadı ile ilgili Beşiktaş camiasının yanıltıldığı ve stat simülasyonlarının sadece bir seçim malzemesinden ibaret olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız.
Bu noktada sağlam projelere ihtiyaç olduğunu, gerçekleşmesi mümkün projelerle mevcut stadın yerine tarihî dokuyla bütünleşecek çağdaş ve modern bir stadın mümkün olabileceğini belirten Sayın Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’a; konunun aydınlatılması ve gerçekçi bir projeyle işlerin çözüleceğine dair pozitif yaklaşımı; medeniyet mirasımızın korunması adına vermiş olduğu mücadele için sonsuz teşekkürler.