Türk Futbolu Nereye Gidiyor

Bu soruya kısaca, “hiçbir yere gitmiyor, zaten hep böyleydi, son zamanda işi biraz abarttık o kadar” cevabını vereceklerin sayısının azımsanmayacak kadar çok olduğunu biliyorum.

Hayır, arkadaşlar; bu sefer iş gerçekten şirazesinden çıktı. Sektörün neresine el atsanız elinizde kalıyor. Bütün bunların sonucunda ne mi oluyor?

Olan şudur; uluslararası arena ve rekabette esameniz okunmuyor. Edirne’den öteye geçemiyorsunuz, milli takımınız en basit, elini kolunu sallayarak çıkacağı grupta can çekişiyor. Avrupa ve dünya kupası gibi büyük organizasyonlarda Suriye, Nijerya gibi ülkelerin hakemleri bile düdük çalarken, sizin bir tek hakeminiz bile çağrılmıyor, kulüp takımlarınız üçüncü, dördüncü torbadan kura çekimine katılabiliyor. Birinci, ikinci turdan öteye adım atamıyor. İkili mücadelelerde yerde kalan hep bizim futbolcularımız oluyor.

İran’ın ihraç ettiği futbolcu sayısının yarısı kadar bile yurt dışına futbolcu gönderemiyorsunuz, hiçbir teknik adamımıza doğru düzgün, Avrupa takımından teklif gelmiyor, uluslararası maçlarda hiçbir spor yazarınıza mikrofon uzatılıp fikri sorulmuyor.

Bütün bunları başaramayınca, dönüp dolaşıp, dünyaya kapalı, kendi sanal dünyamızda fasit daireler çizerek, birbirimizi yiyip bitirmeye çalışıyoruz.

Çetin Altan’ın “Türk’ün Türk’e Türklük propagandası” durumu.

Türk futbolu bu dönemdeki kadar, mağdurlar yaratmadı. Bu mağdurları kim yarattı derseniz, başrolde bizzat Futbol Federasyonu ve kurullarını görüyorsunuz.

Diyet karşılığı koltuğa oturanlar, koltuğun süresini de uzatmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı ve kaçınmıyorlar.

Bu kez detaylarda bazı farklar var, dostlar düşman oldu, eski hısımlarla da menfaat ilişkisi geliştirildi.

Türkiye’de hep böyle olmadı mı?

Eğer haksızlığın hesabını sormaya kalkarsanız, hesap vermeyi, özür dilemeyi bırakın, adalet isteyenden, bu cesaretinin bedelini ödetmeye kalkmadılar mı?

Geçen sezonları unutsak bile, sezon başından bu yana olanları bir hatırlayın; önce Trabzonspor’un hakları gasp edildi. Sonra Beşiktaş’a sıra geldi. Peş peşe iki takıma da seri infazlar uygulandı.

Bu durum şampiyonluktan tam uzaklaşıldığından emin olunana kadar devam edecek gibi.

En son cumartesi günü Türk futbol tarihine kara bir not daha düşüldü.

Fakat o da ne bu durumu adeta sadece mağdur olanlar, yani yaşayanlar gördü. Canı yananlar feveran etti. Feryatları duyulmadı bile, can havliyle, sinirle söylenmiş birkaç söz kamuoyunun önüne konuldu. Haksızlıktan, gasptan çok az söz edildi. Bir iki cılız ses, hepsi bu.

Medya yorumcularını dinledim, okudum. Sanki herkes farklı bir maç seyretmişti. Hele maç yorumlarına baktığımızda hiçbir şey olmamıştı sanki. Ayık bir kafa ve uyanık bir gözle maçı seyreden herkesin bunları görmemesi mümkün değildi.

Görünen ve bilinenin görünmeyen ve bilinmeyen taraflarını bilemiyoruz, ancak tahmin edebiliyoruz.

Başka bir takımın mağduriyetinde yeri göğü inletenler, neden bu kadar kayıtsız ve duyarsızlar acaba…?

Şimdi maç öncesi yaşananları kısaca hatırlayalım. Önce tam Amerikan tipi bir propaganda faaliyeti. Operasyonu haklı çıkartacak kamuoyu oluşturmak.

Ustalıkla kotarılmış, biz demiştik, bak gördünüz mü durumları ve ince bir ayar.

Futboldan az çok anlayanların bile görebileceği gibi hakem, oyunun ince ayarlarını çok iyi yaptığını düşünüyordu ki, son dakikada çaldığı haksız düdük, adeta kendisini çarptı.

Ben artık hiçbir şeye şaşırmıyorum, Çünkü Ulusoy’un her dönem mutlaka kullanıp çöpe attığı, tetikçi ve işbirlikçileri hep vardı, yine var. Aradaki fark bu sefer işe dostlarından başladı.

Bu kafa ile daha çok finallere katılır, çok finaller oynarız, ama hayallerimizde…