Savaş ve ötesi

Savaş yerkürenin neresinde yaşanırsa yaşansın, acısı vicdanlı tüm yürekleri yakar geçer.

Savaşı başlatmaya muktedir olanlar, ya bitişini görememekte ya da bitirmeye takat yetirememektedir.

Her savaş gerçeklerin kurban töreni ile  başlar, çocuklar ve kadınların kurban edilmesiyle son bulur.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra insanlık Vietnam savaşına tanık oldu. Bu savaş da diğerleri gibi çok acımasızdı. 1964 yılından 1975’e kadar tam 11 yıl sürdü.

ABD senatosu L. Johnson’a savaş için yetki oylaması yaptığında sadece iki senatör hayır diyebilecek cesareti kendinde bulmuştu.

Kongre Güneydoğu Asya’ya barış, huzur ve özgürlük için gerekli tüm adımları atmak üzere gerekli yetkiyi istedi.

Vietnam savaşında 58 bin Amerikan askeri ve 2 milyona yakın Vietnamlı öldü. Aradan geçen bu kadar süreye rağmen, ABD de Vietnam da hâlâ savaşın bedelini ödemeye devam ediyor.

Afganistan dünyanın en çetrefilli coğrafyalarından biridir. Tarih boyunca o coğrafyada yaşanan savaşların kazananı olmamakla beraber, savaşı da eksik olmamıştır.

Afganistan’daki Rusya yanlısı hükümet mücahitlere karşı SSCB’den yardım istediğinde Brejnev için bu çağrı bulunmaz bir fırsattı. 1979 yılında başlayan Afgan müdahalesi sırasında ABD ve Suudi hükümeti mücahitlerin yanında saf tuttu, SSCB de önde mücahitlerle arka planda onlarla savaştı.

1979 yılında Brejnev’in başlattığı savaşı 1988 yılında Gorbaçov bitirdi bitirmesine de bu savaş SSCB’nin ekonomisini çökertti ve dağılmasıyla neticelendi.

2003 yılında Mart tezkeresini izlemek ve Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün silah karşılığında kendilerine verdiği yerlere yapılacak projeler hakkında temaslarda bulunmak için Türkiye’ye gelen Putin’in yatırımlardan sorumlu başkan yardımcısı şöyle demişti: “Eksik tarih ve coğrafya bilgisi nedeniyle hesapsızca girdiğimiz Afganistan savaşında biz mücahitlerle değil ABD ile savaştık, kaybettik ve ekonomik olarak çöktük, dağıldık, bir süre ülkeye mafya hakim oldu, Putin tekrar sistemi kurdu.”

Rusya bu savaşın etkisini üzerinden atmaya çalışırken 11 Eylül saldırılarına bahane teşkil ederek bu kez aynı bölgeye giren ABD de benzer bir hüsranla bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.

Dünyanın savaş senaryosunda başrol her zaman Ortadoğu’nun olmuştur.

Tarihin 1980-1988 aralığında sudan sebeplerle  İran-Irak savaşı patlak verdi.

Bağdat ve Tahran bombalandı.

İki ülke birbirlerine ekonomik olarak zarar vermek için birbirlerinin petrol boru hatları ve tesislerini de bombaladı. Petrol fiyatları arttı.

Kazananı savaş tacirleri olan bu savaşın da maliyeti 150 milyar doları buldu.

Tam bir milyon insan öldü.

Danışmanlığını yaptığım bir şirket için İran’a yaptığımız iş gezisinde her evin duvarına çizilen portreleri sorduğumda, “Irak savaşında tam bir milyon insanımızı kaybettik, şehitlerimizin resimleri bunlar. Bu savaş nedeniyle tam bir milyon kadın dul kaldı.” cevabını almıştım.

Ne kazandıklarını sorduğumda, “Başladığı gibi bittiğini, iki tarafın da bir karış dahi toprak kazanamadığını, savaşın yabancıların tahrikiyle başladığını” belirtmişlerdi.

Doksanlı yıllarda terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan her akşam Med TV’de saatlerce konuşurdu. O konuşmalardan birinde silahlı mücadeleyi siyasi mücadeleye dönüştüreceklerini, arkalarının çok güçlü olduğunu ve Türkiye’nin bir 150 milyar daha harcamayı göze alamayacağından dem vuruyordu. O konuşmalardan aklımda Öcalan’ın stratejilerinin ileriye doğru, Türkiye’nin geriye doğru işlediği kaldı.

Suriye denilince Rusya, İran hatta Çin demek olduğunu bilemeyecek kadar cahillik ancak okuyarak sağlanabilir.

Arap Baharı denilen saman alevinin Suriye’yi de yakacağını, 3-5 adam ve 300 mermiyle Suriye’nin düşeceği hayalini görenler, ne yazık ki kendi ülkelerini yakarken dünyanın başına da büyük bir bela açtıklarını fark edene kadar; Bağdat, Şam Süleyman Şah, Musul, Halep hatta Diyarbakır tarumar oldu.

Savaş çaresi tükenen diktatörlerin son sığınağıdır.

Diktatörleri besleyen büyüten gerilim, entrika ve savaş aynı zamanda onların sonunun da hazırlayıcısıdır.

Tarihte kendi çıkarları için halkını savaşa sokan ve halkı ile savaşan hiçbir diktatör bu savaştan zaferle çıkmamıştır.

Bilinmelidir ki millete rağmen millet ile, devlete rağmen devlet ile savaşılmaz.

Savaş ölüm demektir, fakirlik, yoksulluk ve yoksunluk demektir.

Savaş elde edilen tüm kazanımların elden çıkması ve hayata yeniden başlamak demektir.

Her savaşın temelinde yalanlar olsa da, hiçbir ülke ne iç ne dış politikasını yalanlar üzerine inşa edemez.

Bir ülkenin gerçek dostları savaş tamtamları çalanlar değil, gerçeği sorgulayanlardır.

Şarlatanlarca ‘istenmeyen adam’ ilan edilme pahasına gerçeği konuşmaya cesaret edenler tarihe isimleri altın harflerle yazılacak olanlardır.

Bir ülke için yalanlar kadar tehlikeli hiçbir gerçek yoktur.

Bu örnekleri neden verdiğime gelince;

Türkiye ‘biz demiştik’ diyenlerin söylemleri ve gidişatı bilmiş olmalarının fayda etmeyeceği ve teselli bulamayacağı bir noktaya doğru sürüklenmektedir. Eğer aklıselim galip gelmezse hep birlikte mağlup olacağız.