- Eki, 09, 2013
- Kitap ve Yayinlar, Spor
- Nurullah Öztürk
Hayata anlam veren bir değerdi Beşiktaş bizim için, tıpkı renkleri gibi değil mi zaten yaşamanın kendisi de …
Hayatımız beyaz bir sayfa değil elbet…
Herkesin yaşam çizgisinde inişler çıkışlar olduğu gibi, yaşamanın renk paletinde her renge yer var tabiî ki…
Ancak, Beşiktaş’ın son on yılında renkler de değerler de soluklaştı, yaşam enerjisi kaçtı…
Birileri önce Beşiktaş’a sonra Türk futboluna bir operasyon yaptı tam on yıl önce…
Birileri çıka geldi, önce beyazı boyadı , sonra hayatı ; renkleri siyahla kaplattı.
Sonra …
Sonra hayat tek renge dönüştü bizim için.. sadece siyahtı…
Tıpkı kuşatma günlerindeki gibi.
Kuşatma altında acı bir aşka düçar olduk.
Karartma günlerini yaşıyorduk. Her şeyin üstü örtülüyordu fakat güneş gibiydi gerçek, doğmak için de batmak için de kimseden izin almasına gerek yoktu. Tıpkı Beşiktaş gibi…
Belki de, geliş sebebini hazırlayanlarca yeni bir görev verilmişti.
Gitti…
Tribünlerde bayram vardı ‘Bizi bıraktın Allah razı olsun; Türk futbolunun başı sağ olsun’ diye uğurlandı.
Böyle olmamalıydı, böyle uğurlanmamalıydı …
Ama geride bıraktığı hasar gerçekten çok büyüktü.
Beşiktaş 9 şiddetinde bir deprem ve tusunamiden arta kalandı artık…
Herkes Güney cephesinden gelen; Adalı’den gelecek umutlu ve mutlu habere odaklanmıştı.
‘Bazen nedensiz de sevilir, küçük bir aşk için ömür bile verilir’ diyen Sezen gibi, daha ilk günden beri o Beşiktaş’ı Beşiktaşlı onu çok sevmişti.
Nedensiz de değildi aslında, yanlışlar kümesinin içindeki ender doğrulardan biriydi o, farkını göstermişti, taraftar da bunu hissetmişti…
Yurtdışının yolunu tutmaya hazırlanırken, bir telefonla uçaktan indi, iç sesini dinledi…
Hesap adamıydı, fakat ne Beşiktaş’ın içinde bulunduğu durumun ne de hesapların içinden çıkılacak gibi değildi…
Kapısını çaldıklarından nasihatler aldı…
Bir insan bu kadar kötülüğü nasıl yapabilirdi, sormak istedi…
Fakat ne olduysa oldu film bir anda koptu…
Kendi gemisini batırıp, başkalarını bataklıktan çıkartmayı üstüne vazife edinenler, kendi yarattıkları bataklığın içine ne kimsenin girmesine, ne de bataklığın temizlenmesine müsaade ediyorlardı…
Kendi özel işlerinde ciddi Beşiktaş’ta gayriciddî olanlar, başkalarına karşı oynadıkları oyunda da gayet ciddiydiler.
Can alıcı soru da buydu işte; bir aile neden bir kurumu ele geçirerek, onun iflasına sebep olduğu halde, peşini niçin bırakmaz.
Yaşanan süreç Stockholm sendromu mu, cinayet mahalli psikolojisi mi, yoksa her ikisi de mi?
Beşiktaş taraftarı umutlu bir ses, bir cevap beklemektedir….
Beşiktaş’ın kurtuluşu için proje geliştirenlere darbe yine aynı merkezden geldi
Bizans entrikaları kalitesinde ’ Beşiktaş’ın dostları ve düşmanları’ isimli senaryo yine aynı oyuncu kadrosu ile tekrar vizyona sokuldu
Bizans oyunlarına aşinalığı olmayan S.Adalı bir durum muhasebesi yapmak zorundaydı;
Bir yanda dağ gibi borçlar diğer yanda ihanetin belgesi.
USTA’dan kısa bir açıklama geldi, ama beklenen açıklama değildi.
Bir sözüyle bayram yerine dönecekken her yer,damarlarına isyan basıyordu her nefer…
Usta da indiği uçağa binerek hüzünle veda ediyordu sevenlerine, usulca bir Allaha ısmarladık bile diyemeden…
Borçlardan daha çok şeytana ders veren ihanet şebekelerinden ürkmüştü.
Bu kuşatmayı yarmak, kutsal isyanı başlatmak kime nasip olur bilinmez ama bu camiada hiç kimse senin kadar sevilmedi…
Bunu da bil de öyle git olur mu USTA…