- Oca, 09, 2016
- Yazilar
- Nurullah Öztürk
Zamanı yazarı Nurullah Öztürk: “Diktatörlerin en önemli ortak noktalarından biri medyaya olan düşkünlükleridir. Onların medya aşkı o kadar büyüktür ki, ne var ne yok hepsi benim olsun, hepsi beni konuşsun, hepsinde ben konuşayım isterler.”
Zaman Yazarı Nurullah Öztürk “Diktatörler medya sever” başlıklı yazısında, diktatörlerin medya araç gereçleri yoluyla ‘Rızanın Üretimi’ni sağlayarak ülke ve bireyin kendi kaderine seyirci bir kitle yaratıp işlerini gördüklerini belirtti. Öztürk, bu durumu Chomsky’nin şu sözü ile özetliyor; “Katılımcı değil seyirci olması gereken bir nüfus, kendi çıkarlarının en iyi yargıcı olamazlar, dolayısıyla bunu onların yararına bu egemen azınlık yapmalıdır. Zaman zaman ‘seyirci’lerin oy kullanmalarına izin verilir, sonra evlerine dönüp futbol seyretmeyi sürdürürler.” Günümüzde medyanın çeşitlenmesi ve imkânlarının artmasıyla propaganda yoluyla halkın egemen güçlerin politik çıkarlarına alet edilmesi sıradan olaylar haline geldiğini yazan Öztürk’ün yazısı şöyle: “Diktatörler medya sever” Günümüzde Kuzey Kore lideri Kim’den Putin’e, başkanlık ve yarı başkanlık görünümlü soft diktatörlükle yönetilen bazı Latin Amerika ülkelerine, Afrika’da Mugabe’ye kadar hepsinin ortak noktasıdır medya aşkı. Tarihte medya-diktatör ilişkilerinin en müşahhas hali Hitler’de vücut bulmuştur. Bu nedenle bu ilişkinin tarihinin Hitler’le başladığını söylemek ve konuya onunla başlamak doğru olacaktır. 1929 yılında baş gösteren büyük buhranla birlikte 1933 yılında Almanya’da komünistlerin grevi sonrası ekonomi işlemez hale gelince Cumhurbaşkanı Paul V. Hindenburg hızla yıldızı parlayan Hitler’i Katolik Merkez Parti’yle istikrarlı bir koalisyon kurması için atadı. Hitler koalisyon yerine ülkeyi genel seçimlere götürdü ve demokratikliği tartışılır bir seçimde radyo ve tüm kitle iletişim araçlarını ele geçirerek seçimi kazandı. Hitler seçimi kazandıktan sonra vakit kaybetmeksizin planını devreye soktu ve Goebbels’i propaganda bakanı olarak atadı. Goebbels’in planlı propaganda çalışmaları Hitler’in önünü açtı. Hitler rüzgârının anaforu Alman halkının gözlerini öylesine kör etmişti ki yapılan hata ve yanlışların gerçekliğine hiç ihtimal vermediği gibi, olan biteni de göz ardı etmelerine neden oldu. “Güce dayalı kuvvete sahip olmak güzel olabilir ama halkın kalbini kazanmak ve muhafaza etmek daha iyidir.” diyen Goebbels’in ‘yaratıcı sanat’ olarak adlandırdığı propaganda çalışmalarında çeşitli düşünürlerin görüş ve sözleri ile dinsel metinlere sıklıkla yer verilmiştir. Hitler insanlığın yaşadığı acıları, gazete, radyo, el broşürleri, sinema dili ve iktidarın maddi kaynaklarını kullanarak halkı yoğun bir siyasi propaganda bombardımanına tutmuştu. O dönemin en popüler medya aracı olan radyonun fiyatının ucuzlatılarak her eve girmesi için Telefunken ve Siemens firması desteklenmiştir. Zaman içerisinde medyanın yüzde 96’sını ele geçiren Hitler için halkın propaganda yoluyla politik çıkarlarına alet edilmesi çok alelade bir işti. Buna rağmen kendisine tabi olmayanları da trene atlamaları konusunda uyarmayı ve tehdit etmeyi ihmal etmedi. Hitler, iktidarında baş gösteren ekonomik kriz, işsizlik ve çöküşe gerekçe olarak Yahudileri göstererek eylemlerine kesintisiz destek sağlamaya devam etmiştir. Az da olsa yanlışları gören, bilen ve söylemeye cüret eden kim varsa Hitler’in ekibinin akıl almaz müdahaleleri ile karşılaşmıştır. Tarih bize şunu öğretmiştir ki, algı ile algıyı bile değiştirebilirsiniz lakin tarihi ve gerçekleri değiştirmeye hiç kimse muktedir olamamıştır. MEDYA SEVER, KİTAP SEVMEZ Ne ilginçtir ki, medyayı çok seven diktatörlerin kitaplarla arası hiç iyi olmadı. Hitler’in eğitim ve propaganda bakanı Goebbels, 10 Mayıs 1933 gecesi Berlin Opera Meydanı’nda topladığı Nazi topluluğuyla; “Yozlaşmaya ve ahlaki çöküşe son vermek, disiplini, hem ailede hem de devlette ahlakı yerleştirmek için bu rezil kitapları alevlere teslim ediyorum.” diye bağırarak Thomas Mann, Bretcht, Kurt Tucholsky, Stefan Zweig gibi yazarlara ait tam yirmi bin kitabı cayır cayır yaktı. Kitapları yakılan yazarlar arasında, İncil’den sonra belki de en çok okunan kitap olarak tanıtılan ve o dönem tam 32 dile çevrilen ‘Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ isimli eseriyle E.Maria Remarque da bulunuyordu. Kitabı savaş karşıtı olduğu gerekçesiyle ateşe atılmıştı. Hitler kafasındaki planları hayata geçirmek için hep medyayı kullandı. Polonya’ya saldırı için bile bahanesi medya oldu. 1939 yılı Ağustos’undaki Gleiwitz vakası 2. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen olay olarak kayıtlara geçti. Hitler’in Polonyalı kılığına bürünmüş Nazi güçlerince yukarı Silesya’nın Gleiwitz kentindeki radyo istasyonuna düzmece bir saldırı düzenlemesi ve bu palavra ile Nazi subaylarının Polonya’yı işgali için haklı bir nedeni olduğunu göstermek istemesi Hitler’in gidiş yolculuğundaki azığı oldu.