- Eki, 08, 2013
- Kitap ve Yayinlar, Spor
- Nurullah Öztürk

Balkan savaşında şehit düşen askerlerimiz nedeniyle formasına siyah rengi alan Beşiktaş, taraftarı ile hem ecdada layık olmaya çalışan bir nesil olduğunu gösterdi, hem de güney doğuda haince şehit edilen çocuklarımız için adeta gövde gösterisine dönüşen bir veda töreni düzenledi.
Rahmetli İslam Çupi’ye ait FB stadının duvarına yazılı olan sözü genellikle FB ‘yi seyrettiğinden olsa bu takıma atfen yazdığını düşünüyorum. Dün akşam İnönü stadında bu tarihi geceye tanık olan herkes gibi o da görseydi bu sözün Beşiktaş’a daha çok yakıştığını söyler ve hakkını teslim ederdi.
Bir çok açıdan takım taraftarlığının, bizzat sorumluları tarafından sıradanlaştırıldığı bir ortamda birkaç yıl önce Haşmet Babaoğlu’nun ‘Beşiktaşlı olmak’ üzerine yazdığı yazıyı hatırlamamak mümkün müydü?
Yıllardır unuttuğumuz bir coşkuyu, taraftar olmanın ne anlama geldiğini ve niçin Beşiktaşlı olunduğunu tüm Türkiye büyük bir coşkuyla izledi.
Tarih boyunca Türkiye ile ilgili hiçbir pozitif düşüncelerine rastlamadığımız İngilizler de bu tablo karşısında şaşkına döndü.
Şaşkınlıklarını atlatamadan gol bulmamız lazımdı. Nitekim aradığımız golü erkenden, genç Serdar ile bulduk.
Bundan sonra coşku tam anlamıyla doruğa çıktı…
Klasik bir Türk hastalığı olan ‘ hiç kimseyi ne olduğundan küçük, ne de olduğundan büyük görme’ hastalığından kurtulduğumuz her zaman diliminde her alandaki rakiplerimize üstünlük sağlayabiliriz.
Çünkü artık dünyada hiç kimse ne dev, ne de cüce.
Beşiktaş dün gece topyekûn coşku, arzu ve hırs doluydu. Birini diğerinden ayırmak mümkün değildi. Ancak zaman zaman Hakan Arıkan’ın yersiz çıkışları ve yan toplardaki ıskaları yürek hoplatmadı değil.
Ertuğrul Sağlam’ı tribünlerde seyircilerin içinde maçı izlerken görünce, çılgınlıkları ile de ünlü, bu nedenle sık sık ceza alan Mourinho’nun, tribünden soyunma odasına hoparlörle taktik vermesini hatırlamadan edemedim.
İkinci yarıda biz oyunu rölantiye almaya, Benitez de tüm riskleri almaya başladı. Elinde ne var ne yok ortaya döktü. Çünkü kaybedenin havlu atacağı bir maçtı oynanan. İkinci yarının hemen başında Bobo hızlı bir santrafor olsaydı maç 2- 0’a çoktan gelecek biz de daha rahat bir maç izleyecektik.
Dün gece en çok üzüldüğüm şey, Beşiktaş’ın her maçını benimle izlemeye gelen, ve Beşiktaş’lı olmanın neden özel bir şey olduğunu kendisine izahta zorlandığım oğlumun bu maça gelip, canlı olarak tanık olamamasıydı.
Yetmişinci dakikadan sonra herkes yorulmaya başladı. Taraftar, oyuncular ve kalbimiz.
Özellikle Ali Tandoğan çok ciddi hırpalanmaya başladı. O kanat resmen felç oldu. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. İbrahim Üzülmez de yoruldu ama onun kanadı, yine idare etti. İleride baskı kurmamız gerekirken geriye yaslanmaya başladık. Buna rağmen ahlar vahlar arasında en net gol pozisyonlarını da biz kaçırdık.
İkinciyi bulunca rahatladık derken tekrar fark bire indi.
Sonuçta hafızalara ve hatıralara kazınan bir maça tanık olduk. Helal olsun size, çocuklarınıza ve torunlarınıza anlatacak çok büyük bir hikâyeniz ve hatıranız var artık.