- Eki, 08, 2013
- Kitap ve Yayinlar, Spor
- Nurullah Öztürk
Beşiktaş 100. yılındaki şampiyonluktan sonra, birçok futbol ulemasının ‘en az beş yıl şampiyonluğu kimseye bırakmaz’ diye hayıflandığı bir anda, hatırı sayılır bir puan farkıyla lig yarışını önde sürdürürken, esrarını hala koruyan dış müdahalelerle şampiyonluğu rakibine teslim etti.
Bu kulübün tarihinde yaşadığı en büyük travmalardan biri hatta en önemlisi olmaya devam ediyor.
Kurumların ve bireylerin tarihlerinde çok önemli kırılma noktaları vardır. Bu an yıldızınızın parladığı an da olabilir, güneşinizin battığı an da ….
Trabzonspor’un avuçlarının içindeki şampiyonluğunun hile ile elinden alınması ile yine Beşiktaş’ın muhtemel bir şampiyonluğunun engellenmesi bu konuda örnek iki olayı oluşturmaktadır. Eğer o yıl Trabzon şampiyon olsaydı, bugün bu lig çok daha farklı, Türk futbolu daha zengin yıldızlara sahip, belki Anadolu’dan daha çok takım şampiyonluk kovalıyor olacaktı.
Yine Beşiktaş’ta yaşanan bu savrulmaların hiçbiri yaşanmayacaktı.
Ama yaşandı… Bugün çok başka bir noktadayız.
Birilerinin güneşi batarken, birilerinin de yıldızı parladı bu sayede…
Son on yılda yaşanan acı ve kederler ne kadar sahici ise de, sevinç ve başarılar o denli sanaldır. O denli istikrardan yoksundur.
Yapılan onca yatırım ve çabaya rağmen, takımlar arasında toplam kalite anlamında manidar bir fark yoksa, puan farklarını çalınan ve çalınmayan düdükler belirliyorsa, sezon içerisinde bir takımın en az on on iki puanı çeşitli marifetlerle gasp edilip diğer rakibine ilave ediliyorsa, o halde bu neyin başarısıdır ve neyin sevincidir.
Ortada bir başarı varsa ki, birilerinin böyle bir kurguyu inşa etme başarısından söz edebiliriz. Bu durum ‘haram helal ver Allah, kulun için fark etmez yer Allah ‘ durumudur. Şampiyonluk için her yol mubah olunca, gerçek rekabet piyasalarında esameniz okunmaz, adınız ve itibarınız da geçmez oluyor.
Yani direkt üçüncü kategoriden işlem görüyorsunuz.
İran, Gürcistan, Bosna vb. ülkelerin ihracatı kadar bile futbolcu ihraç edemediğiniz gibi, Ricardinho, R.Carlos , Kezman Lincoln gibi oyunculara Katar ,BAE gibi ülkelerin petrol şeyhlerinin ödediği para kadar para ödüyor , karşılıksız bir sevdaya duçar oluyoruz.
Zengin Avrupa kulüpleri kılı kırk yararak transfer yapıp tam isabet sağlarken, ülkenin milyonlarca Euro’luk kaynağı yanlış transferler eliyle, bir sigara dumanı gibi savrulup uçmaktadır.
Tüm takımlarımızın temsilcileri her yıl, Afrika’dan Antarktika’ya kadar futbolcu izlemeye gidiyorlar, bugüne kadar bir Drogba , bir Essien , Martins veya ,Zanetti keşfine şahit oldunuz mu ?.
Neden acaba, üçüncü kalite yabancılara, ya da her türlü başarıyı yaşamış emekli oyuncular ve menajerlerine çuvallar dolusu para saçılıyor da çizgi üstü bir keşfe şahit olamıyoruz.
Dışarıda durum bu. içeride farklı mı .?
Bir iki takımı hariç tutarsak, alt yapıdan üst yapıya kazandırılmış ve takımda aynı anda direkt oynayabilen kaç kişi ve takımdan bahsedebiliriz.
Böyle bir durumda söz konusu değil.
O halde, böylesine büyük bir ekonomi, ehil ve emin ellerde mi değil acaba?
AVRUPA’ nın 6. büyük futbol endüstrisine sahip bir ülkenin en az iki takımının her yıl final kovalıyor olması gerekmiyor mu? Milli takımının finallerin en güçlü adayları arasında gösterilmesi, finallerin gediklisi olması lazım gelmez mi?
Son söz; her yıl ülkenin milyonlarının yurt dışına transfer edilmesine aracı olan futbol takımları ve futbolculara sağlanan vergi ayrıcalığı, sosyal adalet ve sosyal devlet anlayışının neresinde yer almaktadır. Merakımızı gideren olursa memnun olacağız