‘Ben kazanayım sen kaybet’ anlayışı tüm dünyada iflas etti

 

Gelişmiş ülkelerin 2008 yılında patlak veren ekonomik krize buldukları çözümlerden biri de, bu sorunu çeşitlendirerek dünyanın tamamına yaymak oldu. Başta silah olmak üzere ellerinde birikmiş olan stokları bu sayede eritmeyi başardılar.

Gelişmiş ülkeler için kendi coğrafyalarının uzağında gerçekleşen savaşlar pazar olma özelliği dışında pek ehemmiyet taşımamaktadır. Hatta bu savaşların gizli sponsorları durumundalar.

İran yeni pazarlar arayan çok uluslu markaların imdadına tam zamanında yetişerek tüm Ortadoğu’da güç dengelerinin yeniden dizayn edilmesine zemin hazırlarken, kendi zeminini de güçlendirdi.

Dünya küresel ekonomik krizin nekahet döneminde iyileşme umudunu yükseltirken, savaşlar, açlık-yoksulluk, dinler arası diyalog eksikliği, farklılıklara karşı tahammülsüzlük, güç odaklanmaları, kültürler arası çatışma, etik değerler ve ahlaki yozlaşma, mülteciler ve göç sorunu gibi devasa sosyo-ekonomik sorunların çözümü konusunda mesafe alamadı. Petrolde Peak-oil noktasına ulaşılması ve fiyatların 15 yıl öncesindeki seviyeleri görmesi, su krizi, türlerin yok olması ve bio çeşitliliğin azalması, küresel iklim değişiklikleri ve ısınma, yeni biyolojik hastalıklar gibi herkesi ilgilendiren sorunlarla da baş edilmeli.

Kendi çıkarına odaklanmış (win-lose), adalet ve haktan yoksun (win-lose), tek taraflı, yıkıcı ve zalim (lose-lose) ben kazanayım sen kaybet paradigması tüm dünyada iflas etmiştir.

Gücü eline geçirenlerin iktidarlarını hakim ve sürekli  kılmak için kargaşa ve kaos çıkartıp, insanları aşırı uçlarda kutuplaştırarak muhalif ve arada kalanları ezerek, iktidarı ve ülkeyi ayakta tutmaları mümkün değildir.

Dünyanın en komplike bölgesinde herkesin gözü üzerinde bir ülke olan Türkiye, sahip olduğu önemli değerler vasıtasıyla küresel dünyayı hem etkileyen aynı oranda da etkilenen bir ülke konumundadır.

Global sorunları her gün çeşitlenerek büyüyen, kendi iç sorunlarını da bunlara ilave eden Türkiye’nin, zaman geçtikçe ağırlaşan bu sorunları çözmesi düne göre daha da zorlaşmıştır.

Dünya ve Türkiye’nin içinde bulunduğu bu darboğazdan çıkabilmesi; adil, hoşgörülü, şeffaf, çok kültürlü, karşılıklı faydaya odaklanmış yeni bir paradigma ile mümkündür.

Türkiye’nin yeni bütüncül sürdürülebilir bir kalkınma modeli oluşturmasına, rekabet gücünün geliştirilmesi, bilgi ve inovasyon stratejilerinin belirlenmesi, yeni bir siyasi mimari oluşturulması, küresel alanda imaj ve algısının düzeltilmesine, bütün bunları sağlayabilmek için de demokratik laik hukuk sisteminin yeniden inşasına, katılımın yaygınlaştırılması ve demokratik sistemin güçlendirilmesine ihtiyaç vardır.

Bir ülkenin rekabet gücü ve ekonomik başarısı yaşam standartlarının verimliliği, demokrasi ve eğitim sisteminin kalitesi ile mümkündür.

AB ve ABD ise gelişmek isteyen ülkelerde güçlü bir demokrasiyi değil kendilerinin güdebilecekleri ve yuları ellerinde olan, emri altındaki otoriter rejimleri tercih eder ve destekler.

Türkiye otoriter çözümlerin oldubittisi, ali cengiz, Hacivat-Karagöz ve algı oyunlarıyla topyekûn bir   halüsinasyonla oyalanırken, ülke kaynaklarının  tapusunun haksız ve hukuksuzca belli bir kesimin üstüne yapılmasından ne haberdar oldu ne de karşı durabildi.

Bir ülkede olup biteni anlamanın yolu cebinin ve canının yanması olmamalı.

Bir ülkenin bütün ekonomik ve sosyal parametreleri negatife dönmüşse herkes dilsiz birer şeytana dönüşse dahi; o ülkede herkes için tehlike çanları çalmaya başlamış demektir.

Susmak ve görmezden gelmek sizi tarafsız ve itibar sahibi yapmaz, sadece insan olarak görünmez yapar.