- Eki, 08, 2013
- Ekonomi, Kitap ve Yayinlar
- Nurullah Öztürk
İnsanlık tarihi ile eşdeğer bir tarihe sahip olan perakende, zaman içerisinde ciddi değişim ve devrimler yaşasa da, özü çok fazla değişmemiştir. Organize perakendenin yeryüzünde kök salması, İkinci Dünya Savaşı sonrasına rastlamaktadır. Avrupa ve ABD’de eşzamanlı olarak start alan organize perakendecilik, zaman içerisinde daha iyi organize olanlar lehine gelişti. Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada tepkilerin odak noktasını, küçük ölçekli işletmelerin mağduriyeti oluşturdu.
Perakende de altmışlı yıllar, bugünün devleri Wall-Mart, Carrefour, Metro ve Tesco gibi global pazar liderlerinin ve oyunun kurallarını yazanların sahneye çıktığı yıllardır. Ne enteresandır ki, aynı zaman diliminde ülkemizde de Gima ve Migros gibi kuruluşlar devlet desteği ve teşviki ile hatta 1973 yılında ‘Büyük mağazaların teşviki kanun tasarısı’ ile bizzat desteklenmiş ancak sektör ve ülke derin uykusundan uyandırılmamıştır. Perakendenin, alışveriş merkezlerinin doğuşu, bu topraklarda gerçekleşmiştir. Ancak verilen cömertçe devlet desteklerine rağmen geçmişin deneyiminden faydalanarak geleneksel perakendeci yapımız geliştirilememiştir. Bilindiği gibi alışveriş merkezlerinin atası, modern anlamda dünyada ilk alışveriş merkezi (sarayı) ‘Kapalı Çarşı’dır. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından ve her türlü ihtiyaç maddelerinin, günümüz anlayışına uygun butik tarzındaki binlerce dükkanda satışa sunulduğu bu muhteşem yapı, kişilik ve kimliğini yitirse de günümüze kadar ayakta kalabilmeyi başarmıştır.
PERAKENDENİN BUGÜNÜ
Bugünkü anlamda Türk perakendesinin geçmişini kısaca; devlet desteğinde dünya ile eş zamanlı olarak başlama, ancak yolda kalma şeklinde özetleyebiliriz. Sektörün ufkunun açılması için doksanlı yıllar dönüm noktası olmuştur. Metro ve Carrefour’un Türkiye pazarını keşfi, yerlileri de uykudan uyandırmıştır. Bu kez de hızlı ama hesapsız bir büyüme neticesinde rantabilitesi düşük yatırımlar birbirini izlemiş, özellikle bu dönemde perakendenin imdadına repo vb. gibi operasyonel olmayan gelir kalemleri yetişmiştir. Bu anlamda doksanlı yıllar hormonlu büyüme yılları olmuştur.
Bu süreçteki büyüme de üç koldan gerçekleşmiştir. Devlet destekli, devlet köstekli ve özel girişimler yoluyla… Yine bu dönem akıllarda ‘repolu hayat’ olarak yer etmiştir. Çok hızlı büyüme oranına karşılık geleneksel perakendecilerin dışında kalan, özellikle pazar önderi diyebileceğimiz firmalar, operasyonel olarak hep zarar üretmişler, bu zararlarını bankalara ve devlete repo ederek hafifletmişlerdir. Bunun en büyük nedeni de mevcut düzenin bu şekilde kurulmuş olması ile verimlilik, kârlılık, lokasyon, piyasa analizi gibi kavram ve kuralların dikkate alınmamasıdır. 1996 ile 2007 yıllarındaki gelişime baktığımızda 1996 yılında 1.316 olan hiper ve süpermarket sayısı, 2007 yılında 7.221’e yükselmiştir. Küçük süpermarket sayısı ise 895’ten 4.763’e çıkmıştır.
Bu durumun Avrupa’daki fotoğrafına baktığımızda ciro paylaşımı anlamında 1980 ile 2007 yılları arasındaki değişim, örneğin hipermarketlerin 1980 yılında cirodan aldıkları pay yüzde 13 iken, 2007 yılına geldiğimizde yüzde 45 olarak gerçekleşmiştir. Yine küçük marketlerin 1980 yılında cirodan aldıkları pay yüz 25.7 iken 2007 yılına gelindiğinde bu oran yüzde 52.4 olarak gerçekleşmiştir. İndirim mağazacılığının Avrupa serüveni, 1991 yılında yüzde 9.4 iken 2007 yılında bu oran yüzde 30’a çıkmıştır. Halbuki ülkemizde indirim mağazacılığı çok kısa sürede büyük bir mesafe alarak neredeyse Migros’un elli yılda almış olduğu yolu üç beş yılda kat etmiştir.
Türkiye, nüfus yoğunluğu açısından Rusya ve Almanya’dan sonra Avrupa’nın üçüncü büyük ülkesidir. 0-39 yaş grubu, toplam nüfusunun yüzde 75’ini oluşturan Türkiye, Doğu Avrupa’nın ikinci büyük ekonomisi konumundadır. Hızlı şehirleşme ve son yıllarda yakalanan ekonomik istikrar gibi faktörler, Türkiye’yi perakendecilik açısından diğer pazarlara göre avantajlı kılmaktadır. Hatta küresel şirketler Türkiye’yi, Türki cumhuriyetlere geçiş için anahtar olarak görmekteydiler. Ancak Türk politikası bunun farkına bile varamadı. Bütün uluslararası raporlarda da bu durumun altı kalın bir şekilde çizilmektedir.
Temel ve kritik soru şudur; gelişmiş ülke pazarlarındaki durgunluğa ve küresel şirketlerin olanca hızıyla yeni pazarlar aradığı bir dünyada, hâlâ Türkiye ve pazarı, niçin olması gereken değerin çok altında bir reyting alıyor? Ve sermayeyi yerleşik kılabilmek için ayrıcalık sayılabilecek uygulamalara ihtiyaç duyuyoruz? Özetlemek gerekirse, batılı sermayenin kurtuluş reçetesi Asya ve gelişmekte olan pazarların elindedir. Bu durum bir tercih değil zorunluluktur. Yaşlı, yorgun, durgun ve doymuş Avrupa pazarlarına son darbeyi de ucuz maliyetli işgücü piyasaları indirmiştir. Perakendenin son 15 yılında temel gündemi oluşturan yasal düzenlemede sona yaklaşılmıştır. Fakat bu haliyle hiç kimseyi memnun etmeyecek ve göstermelik bir düzenlemeden öteye geçemeyecektir. Adeta yaz-boz tahtasına dönen taslak, ülke gerçekleriyle örtüşmemektedir. Bu yasa çözüm yerine problem üretecektir. Çünkü ülke gerçeklerini temel almamış, eksik, net tanımlamalardan yoksun, yolsuzluğa prim tanıyacak bir taslaktır. Mesela bakkalları en çok zorlayan sokak içlerinde bulunan zincirlerdir. Bu konuda ise nasıl bir düzenleme yapılacağı belli değildir.
Sosyal, siyasal, ekonomik, finansal ve çevresel gerçekçilikten uzak, mesnetsiz argümanlarla bir kısım yasaklar getirilmesi istenirken, konunun diğer muhatapları ‘Bırakınız yapsınlar’ anlayışının devam etmesini istemektedir. Doksanlı yıllardan beri ekonomik darboğaza girmelerinin tek sebebi olarak mağazaları gören, gerçek sorunlarının ne olduğunu dahi bilmeyen mutsuz çoğunluk ile perakende burjuvazisi arasında sıkışıp kalan yönetim erki ise, her seferinde, oy tehdidi ile güç gösterisinin arasında sıkışmış ve topu hep taca atarak zamana oynamıştır.
AVRUPA ÜLKELERİNDE YASAL DÜZENLEMELER
Perakende savaşlarının çok önce yaşandığı Avrupa’da doğal olarak yasal düzenlemeler doksanlı yıllarda başlamış, çeşitli revizyonlardan geçmiş, ama mutlak surette bir düzenleme ve kontrol mekanizması oluşturularak, başıboşluk giderilmiştir. Birkaç kez değişime uğrayan düzenlemelerin tüm ülkelerdeki benzer taraflarını ve hedeflerini şu şekilde özetleyebiliriz;
Rekabet ortamının ve küçük işletmelerin korunması,
Tekel ve oligopol oluşmasının önlenmesi,
Elde edilen gücün kötüye kullanımının engellenmesi,
Şehir ve çevre planlaması-kirliliği ve trafik yoğunluğunun önlenmesi,
Küçük ve büyük işletmelerin hep bir arada yaşayabileceği bir ortamın oluşturulması,
Zararına satışlar yoluyla haksız fiyat rekabetinin önüne geçilmesi,
Üreticiler üzerindeki perakendeci baskısının belli kurallara bağlanması,
Üretici ve satıcı ilişkilerinde belirlenen kurallara her iki tarafın da uyması,
Üretici ve tüketicinin, perakendeci karşısında korunması,
Birçok firmanın bir araya gelerek ortak bir satın alma platformu oluşturması ve bu büyüklükten hareketle üreticileri zora sokacak ayrımcı indirimler almasının yasaklanması,
Konunun önemine binaen yapılan çalışmaları etraflıca anlatmak isterdim, fakat yer sınırlılığı nedeniyle kısaca özetlemekte fayda görüyorum.
Fransa: 1996 yılında Raffarin Kanunu ile 300 m2 üzerindeki mağazaların ticari komiteler ile idari yetkililerin izni ile açılması kararlaştırılmıştır. Yine alıcılarla satıcılar arasındaki alışverişi düzenlemek üzere 1996 yılında Galland Kanunu yürürlüğe konmuştur. Benzer şekilde Fransa’nın kuzeydoğusunda güçlü konumda bulunan Cora’nın bir süpermarket zincirini alması üzerine, geçmişe yönelik tedarikçilerden indirim almak istemesi, bir anlamda devralma işlemine finansal katkıda bulunmaya zorlaması ile ilgili olarak çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
İtalya: İtalya’da 400 m2’den büyük ve 10.000 kişiden az kişi çalıştıran mağazalar yerel yönetimin iznine bağlı olmakla birlikte, 1500 m2’den büyük mağazalar için bölgesel hükümete, yerel yönetimin vermiş olduğu kararı veto etme yetkisi verilmiştir. 1998 yılında BERSANİ kanunları İtalya’da mağaza açılış şartlarının çerçevesini yeniden belirlemiştir.
İspanya: 1995 yılında yapılan düzenleme ile konu belli bir çerçeveye oturtulmuştur. Valencia, Katalonya ve Galiçya hariç, şehir dışında mağaza açılırken bunlara verilen izin; yerel makamların planlama ve bölge açısından değerlendirilmesi ve bölgesel hükümetin perakende sektöründeki doyum seviyelerini göz önüne alarak vereceği izinler olarak iki aşamalıdır. Ancak bu düzenleme kuruluş aşamasını zorlaştırmakla birlikte kendisinden beklenen faydaları sağlamamış, yeni rakiplerin pazara girişlerini önlemekle birlikte, mevcutlara avantaj sağlamıştır.
İngiltere: 1990’lı yılların başına kadar şehir dışına mağaza açmak kolayken, yapılan düzenleme ile izin alınması zorlaştırılmış, fakat bu durum mevcut firmalara avantaj sağlamıştır. ‘Bırakınız yapsınlar’ politikasını uzun süre muhafaza etmesine rağmen daha sonra diğer ülkelerdeki gibi katı kurallar koymuşlardır.
ABD: ABD’de Robinson-Patman Yasası ile satış alanının fiziksel olarak genişletilmesine katı sınırlar koyma ve gözönündeki pazar kesimlerinde yağmacı fiyatlandırmayı önleme yoluna gidilmiştir. Kısıtlamalara karşı yürütülen kavgalar yürürlükteki planlama süreçlerinin ne amacını saptırmış ne de etkinliğini sınırlandırmıştır.
SEKTÖR İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Perakende Yasa Tasarısı’yla ilgili bugüne kadarki tüm tartışma ve komisyonların içerisinde bulunan birisi olarak genel tespit ve çözüm önerilerimi şöyle sıralayabilirim;
Bu düzenleme için dün erkendir, bugün geçtir. Çünkü 2005 yılı ciddi konsolidasyon ve satışlara sahne olmuş, pazardaki oyuncu sayısı ciddi bir biçimde azalmıştır. Konsolidasyonlar tüm hızıyla devam etmektedir.
Enflasyonsuz ortama ayak uydurmakta zorlanan diğer küçük ve orta ölçekli zincirlerde durum hiç de iç açıcı değildir. Büyük firmaların baskısına boyun eğerek, rakipleri tarafından ezilen küçükleri, büyük firmaların raf fiyatlarından ürün almak zorunda bırakan, kendi pazarını küçülttüğünün farkına bile varmadan büyüklere yem olacak, ismi büyük firmaları uyarmak ve adaletsizliği giderecek düzenlemelere ihtiyaç vardır.
Yakını ve uzağı gören, gelişmeye ket vurmadan, zayıfı güçlü karşısında koruyan, tekelleşmeyi önleyen bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bugünün meselelerine çözüm, yarının muhtemel problemlerini önleyen bir çıkış olacağı için herkesin kabul edeceği bir yöntem olacaktır.
Bu yasa bu haliyle, karşı çıkıyor gibi görünseler de, mevcut pazar faktörlerini koruyan, kollayan, küçük esnafın sorunlarını çözmekten uzak bir tasarıdır. Öte yandan Avrupa ülkelerinde pazar günleri mağazaların açılması yönünde çalışmalar yapıldığı, yine Türkiye’ de marketlerin haftalık cirosunun yüzde 25’inin pazar günü gerçekleştiği bilinirken, ‘Hadi pazar günü marketleri kapatalım’ demek gerçekçi bir yaklaşım olmasa gerek.
Birleşmek ve bütünleşmek yerine ayrılıklar ülkesi haline gelen bir ülkede, ‘Güçlerinizi birleştirin’ demek ne kadar dikkate alınır bilmiyorum. Ancak Meksika vb. ülkelerde önemli perakende grupları güçlü rakipleri karşısında ortak uygulamalar geliştirmişlerdir. Bu düzenlemelerin odak noktası, tüketicinin üretici ve perakendeci karşısında korunması olmalıdır.
Bugüne kadar ortada dolaşan taslak metinler konunun uzmanı olmayan kişiler tarafından yapılmıştır. Fakat AMPD’nin daha önceki öneri paketinde yer alan, aynı BDDK, EPDK vb. gibi bir düzenleme ve denetleme kurulunun oluşturulması tezi, sektörün önünü herkes için açacak en etkin çözümlerden birisi olabilir.
MULTİMEDYA MAĞAZACILIĞININ ÖNÜ AÇIK
2005 yılında yoğun bir şekilde gerçekleşen konsolidasyonlar, artarak devam edecektir.
Yabancıların ilgisi devam edecek. Bu ilgi yeni satın alımları doğuracaktır.
Pazarda beklenen büyüklüğü yakalayamayan bazı yabancı zincirler takas yoluna gidebilir, birleşebilir ya da terk edebilirler.
Organize ve güçlü rakipler karşısında gerilla savaşı yapan küçük ve orta ölçekli perakendeci de, rakipleri gibi organize ve kurumsal olamazlarsa, bakkallardan sonra çekilme sırası onlara gelecektir.
Ortaklık kültürü tarihi, başarısızlık ve aldatılmalarla dolu ülkemizde, mecburiyetler neticesinde yeni ortaklıklar zorunlu hale gelecektir.
Pazarda büyüme gereği ile finans ihtiyacı arasında sıkışanlar franchise sistemini uygulamaya koyacaklardır.
Büyük yatırımların yapıldığı beş altı ilin dışında kalan Anadolu şehirlerinde de rekabet hızla artacaktır. Öncelik, kişi başı gelirin yüksek olduğu illerde olacaktır.
Gıda dışı alandaki büyüme gıdaya göre daha yüksek olacaktır.
Multimedya mağazacılığı (kitap, bilgisayar, kırtasiye vb.) gelişerek büyüyecektir.
Kozmetik, sağlık, hijyen alanındaki yatırımlar hızlanacaktır.
Düzensiz ve plansız büyüme sonucu birçok alışveriş merkezi ve mağaza beyaz bayrak kaldıracak, suçu devlete atacaklardır. Sadece Avcılar – Beylikdüzü arasında tam 21 adet alışveriş merkezi faaliyette olacak. Bu yoğunluk içerisinde çok azı kar ediyor olacaktır.
İndirim mağazacılığı noktasında bir parantez açmakta fayda görüyorum. Bu kategorinin babası sayılan Aldi’nin Türkiye pazarına gitmek için fırsat kolladığı bilinmektedir. Özetle ülkemizde bu alan gelişimini uzun süre devam ettirecektir. Aynı yöntem gıda dışı alanda da denenecektir.
Şeffaflıktan uzak ve yükü müşteriye taşıttıran üretici ve perakendeciler, enflasyonsuz döneme adapte olmakta oldukça zorlanmaktadırlar. Özellikle enflasyonsuz yönetim tecrübesi yüksek uluslararası şirketler, yeni dönemde avantajlı konuma geçmişlerdir.
Önümüzdeki dönemde en büyük avantaj ve farklılaşma insan sermayesi alanında olacaktır. Gayrimenkullere verilen değerin onda bir ilgisini görmeyen insan sermayesi, en önemli varlık ve sermaye halini alacak, nitelikli yönetim kadrolarına sahip olan kurumlar rekabette öne geçeceklerdir.
* Yeni Şafak Gazetesi Genel Koordinatörü